Dayatmalar karşısında iktidar
Biliyorum.
Gelişmelere evrensel boyutta bakıldığında durum biraz farklı görülüyor.
İki kutuplu dünya ve sonrasında tekil ABD yönetiminin kendi imparatorluğuna soyunması ve derken Şangay kıpırdanışıyla birlikte başlayan 11 Eylül ikiz kule saldırılarıyla da yeniden biçimlenen ve adına ta o zamanlar “yeni dünya düzeni” dediğimiz olgunun siyasal sürecini yaşıyoruz.
Bir başka ifade ile dünya küreselleşme bağlamında yeniden dengelenip
duruluyor.
Tıpkı Birinci Dünya ve İkinci Dünya Savaşları sonrasında olduğu gibi.
Sovyetlerin dağılma sürecinde meydana gelen “Pembe Devrimlerin” yol haritasına bakınız. Nasıl da bugünkü AKP iktidarının yarattığı gündeme benziyor. Eskiyi ortadan kaldırmak isteyenler, orduyu, kimi devlet kuvvetlerini, özellikle de medyayı ele geçirmişlerdi. İlk yaptıkları medyayı sahiplenmeydi.
Farkında mısınız?
Türkiye bir taraftan küreselin beraberinde getirdiği değişime zorlanırken, bir taraftan da içten içe, geçmişle derin hesaplaşmalar yaşıyor.
AKP iktidarının AB ve ABD’ye dayanarak vazife edindiği geçmişle hesaplaşma, Ergenekon hattı üzerinden “gladyoyu tasfiye, devleti çetelerden kurtarma” adı altında yürütülürken, bir taraftan da “Dersim olayları, açılım” adı altında kurucu iktidarın varlığını öne çıkaran 10 Kasım gibi özel günlerde bu tür konuları meclise taşıma biçiminde yürütülüyor. Buna Orduyla hesaplaşma diyebileceğimiz, “darbe karşıtlığı” söylemi üzerinden meşrulaştırılan “Kafes” darbe senaryoları ile Yarbay Dursun Çiçek’le toplumsala taşınan hesaplaşma boyutunu da ekleyebilirsiniz.
Bu durumda Türkiye iki dayatma ile karşı karşıya demektir.
Birincisi küreselleşmenin zorunlu hale getirdiği “Yeni Dünya Düzeni” diğeri, tam da küreselleşmenin değişime zorlaması karşısında devlet reflekslerinin güçlendirilmesi gerektiği zamanda AKP iktidarının durumdan vazife çıkararak Türkiye’yi iç hesaplaşmaya sokmasıdır.
Biliyorum.
Her iki durumun da devlet refleksleri güçlendirilerek kontrollü bir şekilde atlatılması kaçınılmazdı. Lakin İktidar, iç siyasetini dış siyasete angaje ederek, durumu karmaşaya döndürmüştür.
Bu durumda Türkiye, hem iç hesaplaşmasını ve hem de yeni kurulan dünya düzeninde yerini alma mücadelesini üstün belirleyici durumda olan ABD’ye emanet etmiştir. Dahası, iç dinamikleri zayıflattığı için küreselleşme karşısında devletin direnç noktalarını zayıflatmıştır. Böyle yaptığı içindir ki Türkiye tüm kırmızı çizgilerini kayıp etmiş, bölgesel güç olma yolunda önüne çıkan fırsatları belirleyici öteki güç durumunda olan ABD’ye teslim etmiştir. Hâlbuki Türkiye küreselleşme karşısında kurulan yeni dünya düzeninin hangi konumda olacağını bizzat ABD karşısında belirlemek zorundaydı. Tıpkı Rusya’nın, Çin’in, İran’ın yaptığı gibi. Ancak Ordu ile girişilen çatışma, ardından yargının siyasallaştırılması, Sovyet sonrası pembe devrimcilerin yaptığı gibi basının ele geçirilmesi çabaları küreselleşme karşısında mukavemeti azaltmıştır.
Sonuç olarak Türkiye Kurtuluş Savaşı sebebiyle ertelediği, Osmanlı-Cumhuriyet rejim tartışmalarının sonuna yaklaşırken, iktidarın süreci yönetememesi sebebiyle uluslararası siyasetin içerde etkin olduğu bir Türkiye’de yaşıyoruz.
Not: Okuyucularımın Kurban Bayramını saygılarımla kutlar, esenlikler dilerim.