Cumhurbaşkanı Diyarbakır’da; niye?

Cumhurbaşkanı Gül’ün restleşmelerin ardından soluğu Diyarbakır’da almasının temel gerekçesi ne olabilir? “Tek dil, tek bayrak ve tek vatan isteriz” diyen MGK sonrası bu ziyaretin bir değil birden çok anlamı olmalı. Dikkatinizi çekti mi bilmem; Türkiye Cumhurbaşkanının ziyareti günübirlik de değil. Birkaç gün süreli. Bu durum, ayrıntı gibi gelse de önemli bir gelişme. Bir ülkenin Cumhurbaşkanı ülkesinin herhangi bir ilinde sıcak yatağından uzak birkaç gece geçiriyor. Az şey mi?
Peki niye?
Niye sorusunun cevabını birkaç maddede belirtelim.
1) Cumhurbaşkanı dahil Türkiye’yi yöneten AKP zihniyeti, anlamış ve emin olmuştur ki, “açılım siyasetinde” inisiyatif gün geçtikçe ellerinden hem kaçıyor ve hem de istenmeyen yöne doğru evriliyor.
2) Eğer acil önlem almazlarsa ortaya attıkları siyaset kendilerini ve devleti boğacaktı. Bu sebeple telaşa düştüler. İstiklal Marşı’nın okumak istemedikleri dörtlüklerini bile gür sesle okumaya başladılar. Kim derdi ki Tayyip Erdoğan’ın ağzından “ırkıma yok izmihlal” cümlesiyle PKK ve yandaşlarına cevap verilecek?
3) “Açılım” dedikleri programı ne açıklayabildiler ve ne de içini doldurabildiler. “Milli birlik-bütünlük” adlı kale kapısını boş bırakarak içeri aldıkları bölücüler, onların açtığı gedikten “açılım” dedikleri şeyin içini doldurdu. Böyle bir ortam karşısında, tam da tarihe bölenler siyasetinin tavizkâr mimarları olarak geçmek üzereydiler ki, yanlış anlamadıysak kısmen ayıktılar.
4) Demokrasi ile kuralsızlığı birbirine karıştırdılar. Özgürlüklerin sınırsız olacağını düşündüler. Halbuki insanlar doğal yaşamdan toplum yaşamına geçtikten sonra liberalizmin kurucularından Jhon Lock’un dediği gibi “toplum sözleşmesi gereği özgürlüklerini de sınırladılar.” Eğer hepimiz bir arada yaşıyorsak, her birimizin tek tek söylediği şeylerden çok birlikte ortaya koyduğumuz kurallar geçerlidir. O kurallar özgürlüklerimizi sınırlar.
5) İşin içine “öz savunma gücü, yerel bayrak, ikinci dil” gibi ayrı devleti işaret eden alametler girince Türkiye’nin toprak bütünlüğü riske girdi. Bu durumda mevcut cumhurbaşkanının hükmedeceği coğrafi alan da daralıyor.
Öyle ise önce acil Milli Güvenlik Kurulu, ardından bölgede işleri düzene koymak lazım geliyor. Sayın Cumhurbaşkanı bu sebeple Diyarbakır’da bulunuyor ama gene yanlış yapıyor.
Şimdiki yanlışı nedir derseniz söyleyeyim:
1) Kürtçü bölücülük meselesinde Diyarbakır merkezli bir politika yürütmeyi seçerek, kendi ülkesinde olayların merkezine bu ilimizi koymuş oluyor. Bu durumda Diyarbakır, Kürtçü bölücülerin merkezi olarak algılanıyor ve devlet tarafından da tescillenmiş oluyor.
2) MGK’de söylediklerini tekzip eder gibi, Kürtçe levhaların bulunduğu ortamı devlet kabul alanı haline getiriyor. Böylece bir anlamda iki dilliliği meşrulaştırmış oluyor.
3) Bölgesel yumuşama için milli bir program önermiyor.
Sonuç?
1) Bu gelişmeler, geçmişiyle birlikte ele alındığında görülecektir ki, Türkiye kendi yurttaşları tarafından alenen demokrasi hattı üzerinden bölünmekle tehdit edilerek 2010’u kapatmıştır.
2) Dünyanın hiçbir ülkesinde olmayan bir durumla özel bir hapishanede tutulan terörist başı, hem silahlı grupları yani Kandil’i ve hem de iç politikayı yönetmektedir.
3) Bölücülüğün mesajlarını taşıyan avukatların baro üyelikleri sürmektedir. Bu durumda açıkça ve alenen hukuk, bu bağlamda avukatlık mesleği bölücülüğün aracı haline getirilmiştir.
4) Hükümet, sekiz yılda ilk defa “milli birlik” cümlesini kurmuş, içini dolduramadığı “açılım politikalarının eksiğini” dolaylı yoldan itiraf etmiştir.
5) Sekiz yılda ilk defa bölücüler, iktidar tarafından çok net bir biçimde eleştirilmişlerdir.
Sorunları 2011’e aktardık. 2010’un son demlerinde bölücülük ve açılım konusunda devletin itiraz sesi yüksek çıkmaktaydı. Bakalım devam edebilecek mi? Mutlu yıllar...

Yazarın Diğer Yazıları