Çıkış kapımız var
Şanlı şerefli bir milletin evlatlarıyız. Millet olarak epey zor zamanlardan geçtik. Nice badireler atlattık.
Çok ihanetler gördük.
Çok arkadan vuranları belledik.
Düştük ve fakat kesinlikle yıkılmadık.
Gene yıkılmayacağız.
Ümitvarız.
Çünkü çıkış kapımız var.
Cumhuriyeti kurduğumuzda kurucu akıl, hepimize bir hedef göstermişti.
Muasır medeniyet!
Bu amaç, millet olarak değişmez, sapılıp, saptırılmaz mefkûremizdi (ülkümüz/vizyonumuzdu). Devlet olarak, millet olarak, politika olarak, her ne yapacaksak "muasır medeniyete" varmak için yapacaktık.
Türk milletinin değişmez mefkûresiyle uyumluydu bu. Biz Türkler, Bilge Tonyukuk''un taşa kazıdığı gibi, "Üstte mavi gök, altta yağız yer yaratıldığında ikisinin arasına insanoğlunun yaratıldığına, onun üzerine de Bumin Kağan''ın hükümdar olacağına" inanmış bir toplumuz. Kısacası, eğer, dünyada bir hâkimiyet ve hükümdar olacaksa, bu Türk''ün hakkıdır diye bilir, öyle inanırız.
Oğuz töresidir.
Tarih, yapıp eylediklerimizle bu mücadelenin içinde olduğumuzu bilir. Haliyle Birinci Dünya Savaşı sonrası yeni dünya düzeninin hâkimiyeti, teknolojik, bilimsel ve ekonomik üstünlükten geçecekti. Bunun apaçık örneği Amerika''dır. Dolayısı ile asrın medeniyet üstünlüğü kimin elindeyse hâkim de odur.
Bunun böyle olduğunu içinde yaşadığımız süreç bütün açıklığı ile bize gösteriyor. Öyle ise Türklerin yapacağı şey, millî mefkûreye ulaşmak, yani muasır medeniyetin üstüne çıkmak olmalıdır. Olmalıdır da, bu davanın bilincine sahip siyasal yöneticiler oldu mu ya da var mıydı?
Yok, maalesef.
Üstelik bizi bu amaca götürecek yollar bugüne kadar daima taşlı ve dikenli oldu. Uzak bakışlı deha lider, ebediyete göçtükten sonra, bekamızın uzak amacı yerli yerinde durdu, ama misyonumuz değişti. Siyaset hep kırılgan, kavgalı ve de dalgalı oldu. Amaca dönük, kısa, orta ve uzun vadeli hedefler koyarak ilerlemek yerine, siyasal iktidarlar kendi ideolojik kalıplarına uygun hedefler peşine düştü.
Siyasi sapmaların ve travmaların en büyüğünü, "Muhafazakâr/İslamcı" siyaset ile 20 yıldır an be an birlikte yaşıyoruz.
Adaletle geldiler, adaletsizlikle hükmediyorlar.
Sorunları olsa da demokrasiyle geldiler, otoriterlikle hüküm sürüyorlar.
Din-iman-başörtüsü diye geldiler, inananları açlığa mahkûm ettiler. İtikada olan güveni sarstılar.
Harun gibi görünüp geldiler, her biri Karun olup gitmemek için direniyorlar.
Dünyaya laf yetiştirip meydan okudular, şimdi alttan alıp barış mesajları göndermekteler.
20 yılda dünya piyasalarından gelen 320 milyar doları, bire beş yaptıkları ihalelerle zenginliğe çevirdiler. Tabir yerinde ise rüyalarında bile göremeyecekleri bu para ile saçıp savurdular. Ulaşım ve inşaat sektörü ile büyüme elde ettiler.
20 yılın sonunda, çıraktık, kalfaydık, ustalaştık deseler de, deniz bitince geriye kumu kaldı ve bir baktılar ki, ustalık da bir efsaneymiş.
Türkiye''nin iskelet yapısını (kurumları ve bileşenlerini) bozdular. Her "yapıyoruz" dediklerinde, aslında yıkıyorlar.
Millet, kelimenin tam anlamıyla Atatürk''ün Gençliğe Hitabesi''nde anlattığı gibi "Fakr''u zaruret" içinde "Harab ve bîtab" durumda.
Yetmezmiş gibi iktidar sahipleri, bir de "Milletin Allah tarafından açlıkla sınandığını" söylemekteler.
Onlara göre Allah, milleti açlıkla sınıyor ama her nedense iktidar ve çevresine farklı davranıyor. Onları sınamıyor…
Şanlı ve şerefli bir milletiz. Akıllı bir toplumuz. Kimin bize iyilik, kimin kötülük ettiğini elbet biliriz. Sandıkla imtihanımızda bunu doğrulayacağız.