Cehennemin kapısı aralanıyor

Devleti ve bütün imkânlarını sarmaşık gibi içten içe sarmış, para kaynaklarından hortumlar oluşturarak kendilerine bağlamış pek çok soygun şebekesinin varlığı ortaya çıktı.

"Din iman, başörtülü bacım, vesayet sistemi, laikçiler, dinsiz imansızlar, darbeciler…" diyerek iş başına gelen iktidarın, yarattığı düzenle cehenneme yolcu taşımaya başlaması ilginç değil mi?

Kaç gündür özgür basın bu konuları yazıyor. Özgür TV kanalları halkı bilgilendiriyor. Lakin iktidardan ses yok.

Çıkması da mümkün değil.

Devletin kurumları da tüm çağrılara rağmen harekete geçemiyor.

Niye geçemiyor?

Çünkü devlet, partileşti.

Bunun yolunu da "Türk tipi" diyerek MHP açtı.

AKP, sadece iktidar partisi değil, devleti bürokrasiyle ele geçirmiş, tam anlamıyla partiye entegre etmiş bir siyasal güç. Bu durumda devlet nasıl tepki verebilir? Kurumlar partileştiyse, özgürlükleri ve yasadan doğan güçleri, siyasi otoritenin iradesiyle bütünleştirildiyse nasıl görev bilinci edinebilir?

Bu sebepledir ki devlet refleksi denilen, bürokrasinin yasadan doğan, iktidardan bağımsız gücünü kullanması mümkün değildir. Kimse boşuna haykırmasın "Savcılar nerede" diye.

Savcılar yerinde. Önlerine konulan dosyalara bakmaya devam ediyor.

Ancak, eski Türkiye''nin savcıları şimdilik yok.

Aynı şekilde mahkemeleri de yok.

Bazıları hâlâ diyebilir ki; "Türkiye''de her zaman yolsuzluk vardı."

Evet vardı. Lakin bütün devleti bu derece sardığı olmamıştı. Devlet de hiç bu kadar çaresiz kalmamıştı. Şu anda devlet, kurumsal varlığı ile kendini ortaya koyamıyor. İktidarın dışında, ona rağmen, tek başına bizzat yasal gücünden doğan yetkilerini kullanamıyor.

Neden böyle?

Çünkü devlet ele geçirildi.

Partili Cumhurbaşkanlığı denilen siyasal sistem, Türk Devletini boğdu.

Etkisizleştirdi.

Kurumsal varlığını bürokrasiyi kullanarak ele geçirdi. Halen daha boşlukta kaldığını düşündüğü alanlara atama yapıyor. Son örneği, Cumhurbaşkanlığı bürokratının, millet adına devleti yönetenlerin harcamalarını denetleyecek olan Sayıştay''ın başına yapılan atamadır.

Sayıştay, partiler üstüdür ve milleti temsil eder. Tıpkı öteki mahkemeler gibi. Milletin hukuk gücünü, denetim gücünü, kullanır. Yetkisini yine millet vermiştir.

Nasıl vermiştir?

Yasama organında yaptığı kanunlarla.

Sayıştay ve mahkemeler hâkimiyetin bir parçasıdır.

Millî hâkimiyet, aslında hukuksal hâkimiyettir. Zira hukuk yoksa meşruiyet yoktur. Hukuk, düzeni hem kurar ve hem de nasıl çalışacağına karar verir.

Bunun sonucu olarak seçimler hukuka göre yapılır.

Mahkemeler hukuka göre karar verir.

Meclis hukuka göre seçilenlerden oluşur. Ve Meclis, kanun yapıcı olarak ikinci büyük egemenlik kaynağı ve gücüdür.

Seçimle iş başına gelen iktidarsa milletin tamamını değil, çoğunluğunu temsil eder. Görevini milletin hukuksal iradesine (yani kanunlara) göre yapar.

Partili Cumhurbaşkanlığı sistemi, milletin gücünü ve dolayısı ile de milletin hâkimiyetini elinden aldı. Götürüp iktidar partisine ve onun en tepesindeki genel başkana verdi. O genel başkan, ülkenin Cumhurbaşkanı oldu. Böylece Partili Cumhurbaşkanı herkesin değil, partisinin tepedeki adamı olarak ülkeyi yönetmeye başladı.

Türkiye''yi getirdiği nokta içinde bulunduğumuz manzaranın ta kendisidir.

"Din-iman, başörtüsü-türban, Allah, billah" derken bir baktık ki, soygun düzeninin tam ortasındayız.

Ekonomi batıyor, işsizlik her kapıda, tıpkı Fetö''deki gibi "Allah billah" hatta "vatan-millet-beka" meğer kirli siyaseti saklamak için bir perdeymiş.

Maskeler indikçe, cehennemin kapısı aralanıyor.

Yazarın Diğer Yazıları