Çanakkale kimin zaferi?

Üç gün sonra 18 Mart. Bu tarihte İngilizlerin başı çektiği yedi düvelin ordusuyla denizde 18 Mart'ta zorlu bir mücadele verilmiş, İtilaf Güçleri boğazı geçip İstanbul'a varamamışlar, dolayısıyla Payitaht'ı işgal edememişler, Devlet-i Aliyye'ye son verememişler, "Hasta Adam"ı haritada kuytulara atıp "Şark Meselesi"ni bitirememişlerdi.

Bu savaş bu kadar mühimdi.

Bu zafer, bütün Türk milletindi. Ama "Komutan olarak kimindi?" derseniz... Harbiye Nazırı ve Başkomutan Vekili Enver Paşa'ydı. Çanakkale'de savaşı bütün güçleri bünyesine alan 5. Ordu'nun Alman komutanı Liman von Sanders idare ediyordu. Esat Paşa 3. Ordu'nun komutanıydı. 19. Fırka'nın başında Yarbay Mustafa Kemal, destan yazıyordu...

Komutan kimse zafer onun mu, dersiniz, yoksa cephede savaşanların mı? Tarihçilerin nedense, tam adını koyamadıkları bir dönemdir bu dönem.

"Şark Meselesi" dedik... "Hasta Adam" (Osmanlı) dedik, "İtilaf Güçleri" dedik, "Yedi Düvel" dedik...

Neredeyse bütün Batı üzerimize niye geliyor? Hiç düşündünüz mü?

Türk "öcü" de ondan. Bunu bir Batılı araştırıcının kaleminden vereceğim size... Hayretle okuyacaksınız.

Ve hatta Ankara patlamalarının ve hatta Güneydoğu'da sonu gelmeyen saldırıların ve hatta, bir sürü örgütlerin varlığının taaa diplerde, karanlık bir yerde nasıl şekillendirildiğini, asıl meselenin nereye dayandığını buradan sezecek, anlayacak, idrâk edeceksiniz!

Biz Batı'yı biliyoruz, Batı bizi bilmiyor ve bilmek de istemiyor; Müslümanları ve özellikle Türkleri... Batı'nın bizi bilmemesi, bilmek istememesi, bizi onların nazarında "sinek" mesabesinde bir varlık olarak gördürüyor.

Ankara'da oluk oluk kan aktı. Batı'nın basın yayın organları ne kadar nazar-ı dikkate aldılar?! Muhakkak haber olarak veriyorlar ama bir Paris saldırısıyla kıyaslarsanız, onlar için Türkiye'deki saldırılar ne ifade eder ki!...

Esther Kafé, Batı'nın Türklere bakışını incelemiş ve sonuçlarını yazmıştır:

"... Türklere yüklenen suçlar pek çoktur ve on­ların barbarlığı, bu suçlamaların çıkış noktasını oluşturmaktadır. Sanata düşmandırlar ve geçtikleri yerlerdeki her şeyi talan ederler. Son Roma-Bizans imparatorları döneminde kesilmiş değerli sikke­leri eritip bunlardan kap-kacak yaparlar. Bu uygarlık düşmanla­rının tek tutkusu savaştır. Savaş meydanlarındaki kan dökücülükleri ancak günlük yaşamlarındaki açgözlülükleriyle bağdaşmakta­dır. O halde 'Kilisenin atadan dededen gelen' bu korkunç düşman­ları olan soyun bu 'beşeriyetin çapulcularının' hakkından gelmek için Pek Hıristiyan kralların ordularının başına geçmeleri boyun­larının borcudur." ("Rönesans Dönemi Avrupa Gezi Yazılarında Türk Miti ve Bunun Çöküşü" (Çev. Zeki Arıkan), Tarih İncelemeleri Dergisi, C. 2 (1984), s. 240).

Esther Kafé, "Fakat bu kin dolu Türk görüntüsü, Osmanlı imparatorluğuna yapılan yolculukların hızını kesmemektedir. Gezginler arasında Türk'ün kendi ülkesinde gerçekten nasıl yaşadığını öğrenmek iste­yenler de pek çoktu." der. Ancak seyyahlar da Batı'nın şuurlarının çeperlerine işlemiş idrâki değiştiremeyecekler, hatta bazıları daha da besleyeceklerdir.

Biz düşmanlık gütmüyoruz ama onların peşin hükümlerinin farkında olalım, her an fırsat kolladıklarını bilelim.

Yazarın Diğer Yazıları