Büyük yanılgı
Eskiden gerçek sanırdık. Gençtik, heyecanlıydık, dinimiz, diyanetimiz gözümüzün nuruydu. Müslümanı kitaplarda anlatıldığı gibi sanırdık. Hatta 28 Şubat''ın o günlerinde her zaman "başörtülü bacılarımızın yanında" olduk.
AKP lideri Erdoğan''ı salonlarda heyecan yaratan o konuşmalardaki kişi sandık.
Meğer hepsi yalanmış..
Belediye başkanlığı döneminde pek çok çelişkinin farkına varamadık. Ne zaman "Millî Görüş gömleğini çıkardık" deyip AKP''yi kurdular, işte o tarihten itibaren saat tersine çalışmaya başladı.
O güne kadar AB (Ortak Pazar''a) karşı söylemler yürüten Erdoğan, bir baktık ki, tam tersi yönde ilerliyor. Her hafta sonu bir Avrupa ülkesinde "biz de sizinleyiz" mesajı vererek gelişmeci, uygar dünya ve demokrasi yanlısı mesajlar veriyor.
Derken, Papa''yla gördük onu.
Ardından "Büyük Orta Doğu Projesi''nin eş başkanıyım" derken dinledik…
Allah Allah!…
Bir gün ABD, Irak''a girmeye kalkınca, ABD askerlerine dua etmesin mi?
Müslüman Irak, kardeşimiz Irak, Saddam gerekçe gösterilerek işgal ediliyor, işgalci Amerikan askerleri Irak kütüphanelerini yağmalıyor, tarihî eserleri kaçırıyor, tam o kasavetli günlerin birinde Fatıma adında bir kadın "ırzımıza geçiyorlar" diye TBMM''ye mektup yazıyor ve Türkiye''deki iktidar Amerika''nın yanında. Öyle ki sarmaş dolaş oldukları Esat yönetimiyle bile birden tezada düşüyor.
Neymiş, Esat "halkını bombalayıp öldürüyormuş."
İyi ama Türkiye''yi ilgilendiren veya ilgilendirmesi gereken insanlık suçu kadar Türkiye''nin geleceği değil mi?
Evet, öyle ama o karmaşık günlerde siyasi propaganda Esat üzerine yapılmaktaydı. Sanki "bırakın, aldırmayın Suriye''de iç çatışma artsın, ABD''nin Büyük Orta Doğu Projesi işlesin ona aldırmayalım" der gibiydi. Hâlbuki Suriye ne kadar bütün olursa, Türkiye''de biz, o kadar rahat olurduk.
Böyle çelişkilerle günler akıp geçti.
Sonunda yolsuzluklar, adam kayırmalar, devleti partileştirme çabaları hız kazandı.
Fetöcülerle yarış halindeydiler.
Asker, polis, adliye ve mülkiye.
Bu dört kurumsal yapı devletin merkeziydi. Hepsine tek tek kendi adamlarını yerleştiriyorlardı.
Aklı başında olanlar, endişelendi ve korktu.
Ne yapılmak isteniyordu?
Gözümüzün önünde, gözümüzün içine baka baka, saklamadan gizlemeden devleti işgal edip ele geçirmekteydiler.
İtiraz ettik.
Yazdık, çizdik, dilimiz döndüğünce anlattık ama sesimiz fazla çıkmıyordu. Çünkü iletişim kanallarını ele geçirmişlerdi. Onlar konuşuyor, yaftalıyor, gerekirse saptırıyor, kamuoyunu buna inandırıp etkiliyorlardı.
Halk, Fetö ayaklanmasına kadar onlara bir bütün olarak inandı.
Bir zaman sonra bu ayaklanma pek çok kişiyi ayıktırdı. Öyle ya, bir din adamı ve bağlıları ile bir başka din adamları ve siyaseti güdenler birbirine girmiş, devlet ve toplum zarar görmüş, ortalık ters yüz olmuştu.
Toplum şok oldu!
Güvendiğimiz, ağızlarından "Allah, billah, din, İslam, Mümin vb." laflarını düşürmeyenlerin haline bakar mısınız?
Meğer bunlar nasıl kimselermiş. Nasıl adam ve kadınlarmış.
Beklenen ile karşılaşılan taban tabana zıttı.
Bütün bunlar olurken, tüm bu gelişmelerle eş zamanlı ve eş değer olarak, olup bitenlere bir de, yolsuzluk, adam kayırma, devletin malına çökme, rüşvet, kara para aklayıcılarıyla iş tutma ve benzerleri eklendi.
Sonunda değirmenin suyu bitti.
Din-iman, Allah-billah diyenler, tüm zamanlar için tarihe asla unutulmayacak not düştüler. Açık toplum, demokratik yönetim ve hukukun üstünlüğünden gayrısı yalandır. Özgürlüklerimizi dinî gerekçelerle elimizden almak isteyenlerin asıl amacı, din-iman değil, kendi kirli çıkarlarına herkesi alet etmektir.
Örnek, AKP iktidarları dönemi.