Büyük devlet olma yolları
Rusya’yı görüyor musunuz?
Yeniden ayakta.
1991 sonrasında geçirdiği o ağır travmadan, o parçalanma durumundan sadece 15 yıl sonra yeniden “Dünya düzeninin bir parçası olmada varım” diyor.
Osmanlı’nın devamı olduğunu söyleyen Türkiye ve özellikle de Milli Görüş kanadından gelerek iktidar olanlar ise aradan 100 yıl geçtiği halde övünmenin ötesine geçebilmiş değil.
Büyük devlet olmayı özledik.
Özledik ama bunu kiminle başaracağız?
Hangi iktidar sahibi, hangi parti veya partiler bizi ABD payandası olmaktan kurtaracak da arzuladığımız büyük devlet olma yoluna koyacak?
Söyler misiniz hangisi?
AKP mi?
Kesinlikle hayır!
Çünkü o kendi misyonunu biçmiş durumda: “Büyük Ortadoğu Projesi Eşbaşkanlığı”.
NATO.
O mu bizi büyük Türkiye yapacak?
Elbette değil!
Peki kim?
Türkiye’de toplumu sarmış durumda bulunan cemaatler mi?
İkide bir Osmanlı’ya, Osmanlı’nın büyük başarı kazanmış sultanlarına öykünme yaparak Fatih, Yavuz deyip yazıp çizdiklerine bakarsanız sanırsınız ki aradığımız budur. Ne gezer.
Orgeneral Başbuğ’un Genelkurmay Başkanlığı’nı devir aldığı konuşmasında vurgu yaptığı gibi küresel ekonomik sistemin bir parçasılar artık.
Peki İslam?
O, kitleleri yeni ekonomik sistemin en doğal müşterisi haline getirmek için cemaatlerin kullandığı bir araç.
Sloganı belli: “İnancımız boyunduruğumuzdur.” Kitle kontrol ve beyin kontrol aracı.
Rusya ile Türkiye arasındaki fark şudur:
Biri Soyvet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nden yeni bir Rusya yaratarak Şanghay zirvesiyle yeryüzünün tek gücü olduğunu sanan ABD’nin karşısına çıkan dinamik bir süper güç yaratıyor; öbürü, cemaatlerin desteğinde eşbaşkanlık yoluyla Batı’nın kuklası rolünü oynuyor.
Cemaatler uyuşturdukları kitlelere milliyetçiliğin ne kadar kötü olduğunu öğreterek eşbaşkanlığa razı olmanın gerekliliğini, AB ve ABD’nin vazgeçilmezliğini kabullendirerek, toplumsal dinamizmin gücünü iyice yumuşatarak Türk milletini mecalsiz bırakıyor.
Uyuşturulmuş, tepkileri en aza indirilmiş bir toplumun, kendi içinden dinamikler yaratarak, buradan siyasal bir çıkışla çevresinde etkili bir devlet haline gelmesi mümkün olabilir mi?
Türkiye örneğinde görüldüğü gibi olmuyor.
Bir zamanlar şeyh Edebali’lerin, Hacı Bektaş’ların ve Ahi Evran’ların yarattığı dinamizmle, kıtaları zaptederek dünyayı yöneten Türk, şimdi cemaatlerin yarattığı uysallıkla, sadece etkisizleşmeyi, teslim olmayı ve mağdur yaşamayı öğreniyor.
Bir kıyaslama daha: İran’a bakınız. Nükleer enerjiyle ABD’ye kafa tutuyor. Şanghay örgütüne katılarak Rusya, Çin, Hindistan bloku içinde kalmaya çabalayarak NATO karşısında eski Varşova Paktı’nın bir benzerini oluşturma gayretine yöneliyor. İran’da İslam, büyük Pers devletini yeniden dirilterek, İran’ı yeryüzünün önemli ülkesi haline getirecek toplumsal dinamizm yaratırken, Türkiye’de sözde dindar ve Müslüman geçinenler, AB, ABD ve İsrail’in politikalarına boyun eğmiş, küresel sermayenin ezeli müşterilerini yaratan, beyin kontrol aracı rolünü yüklüyorlar dine.
İran’daki Müslümanları baş eğmez, Türkiye’dekileri de “eşbaşkan” yapan İslam mıdır; yoksa İslami öğreti midir? Mezheptir diyorsanız yanılırsınız. Hatta Türkiye’deki rejimdir derseniz de yanılırsınız. Çünkü Türkiye’deki siyasal sistem emperyalizme karşıtlığından beslenerek kurulmuştur. Kaldı ki mevcut Anayasa ile türban konusunda çatışacak kadar ileri giderek dindar imaj yaratma adına kapanma noktasına gelen AKP iktidarını ABD’nin “Büyük Ortadoğu” politikalarını paylaşarak “eşbaşkan” almaya rejim zorlamamıştır.
Büyük devlet olmayı özlüyoruz.