Buyruğumdur; tutuklansın!
Gördünüz değil mi? Recep Tayyip Erdoğan’ın 2004 yılında Çanakkale’deki törende kendisi için ayağa kalkmayan o dönemin korgenerali Engin Alan için, “Bir başbakan bir anma törenine gider de bir korgeneral orada ayağa kalkmaz mı? Kalkması gerekir, kalkmazsa bedelini öder. Zaten bedelini de ödedi” dedi.
İşte bu infialdir.
Aynı zamanda Türkiye’de AKP iktidarı döneminde yaşanan ve çoğu kere basının temel konuları arasında yer alan “haksız tutuklamalar” konusunun açıktan
ifşaatıdır.
Hatırlarsanız AB Türkiye’deki tutuklamaları eleştirmiş, başbakan Erdoğan da AB’yi “Fransız kalmakla” suçlamıştı. Öyle anlaşılıyor ki Türkiye’deki tutuklamaların temelinde ya “hesap sorma” veya geçmişe yönelik “intikam alma” duyguları yatıyor. Bu durumda Türkiye bir hukuk devleti olma özelliğini yitirmiş, tek kişinin iktidarına yani mutlakıyete yönelmiş demektir.
Başka?
Türkiye’nin başbakanı hukukun üstünlüğü yerine kendi üstünlüğünü, hukuk devleti yerine kendi devletini nasıl ikame ettiğini herkesin önünde açıklamıştır.
Şimdi biz, hapishaneleri dolduran onlarca kişinin gerçekten suçlu mu yoksa iktidarın Türkiye’ye çekidüzen vermek adına bilerek ve düşünerek içeri attırdığı kimseler olup olmadığını nasıl bileceğiz?
Hükümetin kendi menfaatlerine gelince hukuku nasıl yok saydığının pek çok örneğini biliyorduk ama, bizzat Başbakanın kendi ağzından böylesine çarpıcı sözlerle açıktan insanlara “Ayağınızı denk alın. Bana saygılı olmayanın halini görün” mesajı içeren sözler söyleyeceğini sanmıyorduk.
Artık bir “korku devletinin yaratıldığı” kesinlik kazanmıştır. En üst düzeydeki kişinin vicdanı neye müsaade ediyorsa o kadar özgürüz. Özgürlüklerin sınırlarını yasalar değil, iş başındaki hükümet belirliyor. Halbuki biz padişahlık yerine “hukuk devleti” isterken, kişilerin önceliklerine ve vicdanlarına
değil, devlete ve herkesin üstünde duran hukuka inandığımız için böyle bir tercihte bulunuyoruz.
Hukuk devleti, en üst yetkilinin de gücünü kullanırken kendisini bağlı hissettiği ve hukukun verdiği yetkiyi yine hukukun istediği biçimde kullanmaya dayalı devlettir. Esasında insanoğlunun bugüne kadar geliştirebildiği en iyi siyasal sistem böyle bir devlettir. Ve onurlu yaşam ancak böyle bir siyasal düzen içinde gerçekleşebilir. Aksi halde, kişilerin hukuku ile karşı karşıya kalırız ki, iktidar olan kişinin kişiliği herkesin geleceğini belirler. Sinirlenirse kafamızı uçurabilir, aşırı sakin biriyse ülke laçkalaşır.
Erdoğan’ın kendini ele vermesi karşısında AKP kanadından gelen açıklama daha da vahim: “Biz hapishaneye koymayı kast etmedik, kişiyi emekli ettik” gibi bir cümle kuruyor. Sanki bu normalmiş gibi. Bu açıklama ile yine aynı noktaya geliyoruz. Görevli ve başarılı bir komutanı, iş başarısına, yeteneklerine ve ülkeye olan bağlılığına değil de Tayyip Erdoğan’a saygılı olup olmamasına göre değerlendirmenin neresi doğru?
Denilebilir ki saygı duymayacak mı? Derim ki bürokratik hiyerarşide tabii duyacak. Ancak, bunun cezası 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununun 125’inci Maddesinde olsa olsa kınama gibi zayıf içerikli bir ceza olabilir. Maaş kesme bile değil. Görevden uzaklaştırma hiç değil. Emeklilik ise asla değil.
Cezaevi ise açıkça kindar bir iktidarın işi olabilir. Başbakana bağlı bir kamu görevlisinin davranışını suç görenler, amir durumunda olan Başbakanın yetkisini aşan bir güç kullanarak astını ezmesini, hatta hapislerde çürütmesini ne ile değerlendiriyorlar? Bu çok daha ağır bir suçtur. Çünkü Başbakan idari bakımdan kanunun kendisine verdiği yetkileri, yetki sınırlarını aşarak kullanmıştır.
Efendim hapishaneyi kastetmedi!..
Fark etmez; kanun “başbakana saygısızlık eden emekli edilir” demediğine göre, eğer emekli ettiyse yetki sınırlarını, kanunun istediği biçimde kullanmayarak aşmıştır. Kaldı ki, başbakanın bu açıklamasından herkes gibi ben de Silivri’yi anladım.
Gazete köşelerinden avazı çıktığı kadar mahkûmiyetleri savunan arkadaşlara da bir gün hukuk lazım olacaktır diye hatırlattıktan sonra sözü burada bırakabiliriz.