Bu teslimiyettir, fırsat değil
İşte size “tarihi fırsat” . Gördünüz mü fırsatı. “Fırsat” sözcüğünün dillendirildiği tarih çok değil topu topu 20 günlük bir mesele. O tarihten bugüne kadar kaç şehit verildi, PKK ve uzantıları Türkiye’de neler yaptı bir hatırlayın lütfen.
“Fırsat” ortalıkta dolaşmaya başladıktan sonra DTP’lilerin kaç kere Türkiye’yi tehdit ettiğini yazınız bir kenara.
“Fırsat” kelimesinin Anadolu’da evden eve sokaktan sokağa yankılandığı sırada, kaç ananın Mehmedinden ayrı bırakıldığını; kaçının hain tuzakla arkadan vurulduğunu ve kaçının erkekçe vuruşamayanlar yüzünden sakat bırakıldığını düşünün.
Siz, “fırsat” sözünü olabildiğince yumuşak bir eda ile fısıldadığınız saatlerde efelenen PKK yandaşlarının “biz ifade vermeyiz” dediğini, “asker silahları bıraksın” diye söze girdiğini de hatırdan çıkarmayın.
Böylesine pasif, edilgen, zayıf görüntü veren siyaset ve devlet portresiyle “fırsat” sözcüğü dillendirilirse karşı taraf “işte dediğimize geldiler, onları yendik” zehabına elbette kapılacaktır. Devlet bizden çekinir olduğuna göre “gerillamızı vurmayın. Kandil civarına gitmeyin. Uçaklarınız arkadaşlarımızı bombalamasın” denilecektir.
Dahası TBMM içinden bölücü söylemler açıkça haykırılacaktır. Yasaların “suç örgütünü övme fiili” bizzat TBMM yönetimi tarafından işlevsiz bırakılacaktır. Hal böyle olunca, “acaba AB bize ne der” denilerek Türkiye’nin milli hukuku, milli otoritesi, devlet iktidarının gücü sıfıra indirilerek, “Meclisten polis zoru ile kimseyi verip, geçmişteki ayıbı bir kere daha yaşayamayız” denilerek koca devlet, terör örgütü tarafından masaya razı olacak hale getirilmiş olacaktır.
Böyle bir irade yoksunluğunun sonucu gündeme sokulan “fırsat” , Türkiye bütünlüğünün önündeki “fırsat” olmaktan çok, PKK’nın başarısını tescilleyen bir fırsat olur ki, bunun adına yenilgi denir.
Eğer sahiden bir fırsattan söz edilecekse onun zamanı bu zaman değildir. Gerçek fırsat, Türk devlet gücünün en etkin olduğu, yasaların işletildiği, hukukun egemenliğinin, kamu otoritesinin güçlü olduğu, belediye başkanlarının başbakanları tehdit edemediği, başbakanların da Türkiye’yi Sivas’ın ötesi diye ayırmadığı bir ortamda yine devlet kararıyla yapılır. Böylesine bir “fırsat” devlet ve toplum düşmanlarınca ya kaçırılır veya kabul edilir. Kabul edilecekse şartları söylenir.
Günde birkaç askerin şehit edildiği, PKK siyasi kanadının açıkça terör örgütü yandaşlığını gösterdiği, gerektiğinde ülkeyi yönetenleri tehdit ettiği, dahası kanunları hiçe saydığı bir süreçte, mütebessim bir eda ile, yarı çekinik bir ses tonu kullanarak “terörün bitirilmesi için tam zamanıdır, bu fırsatı kaçırmayalım” demek her şeyden evvel dillendiriliş şekliyle yanlıştır.
Türkiye, tıpkı 1990’ların sonunda olduğu gibi olağan üstünlüğünü gösterir, askerin yoluna tuzak kuranların bir kısmı kendi kurduğu mayına basar, İsrail’in yaptığı gibi teröre destek verenin evi tek tek başına yıkılır, o yıkımın yarattığı yaraları sarmak, ister istemez devlete düşer. Böyle bir ortamda tuzaklar kurarak topluma acı verenleri toplumla barıştırmak ve kendi verdiği acıları iyileştirme işi devlete düşer. Devlet, önce siyasi parti temsilcileriyle toplumsal bir kanaat oluşturur, sonra çıkar televizyonlarda “bu durum tarihi fırsattır” diyerek, barışa giden yolu açar.
Şimdi yarı ürkek eda ile çekinik bir üslupla “fırsat!” demenin hiç bir anlamı yoktur. Böyle bir ortamda “fırsat” demek, taviz demektir.
Kimse kusura bakmasın.
Toplumsal barış, iç huzur bu yoldan sağlanamaz. Bu yol, terör örgütüne güven kazandırır. “Bak vurduk; istediğimizi aldık” ileride gene vururuz daha fazlasını alırız “ dedirtir.
Asıl fırsat, devletin üstün gücünü hissettirmektir.
Buyurun, yol bellidir. Fırsat ortamını yaratın.