Bu öfke neye mal olur?
Bankalarını batırdın, mekteplerini batırdın, dershanelerini batırdın, adamları hapse attırdın... (İdam mümkün olsa kesin darağacına da gönderirdin.) İçin soğuyacak mı?
17/25 Aralık’ta ayağına basılınca mı fark ettin?
Bütün cemaatlerin şirketleri var, bütün cemaatlerin mektepleri var ve bütün cemaatlerin yurt dışı kolları var...
Yurt dışında faaliyet gösteren bütün cemaatler, her kim ise, var gücümle destekliyorum. Yeter ki, silâha bulaşmasınlar, yeter ki, gittikleri ülkenin kanunlarını ihlâl etmesinler, yeter ki, “Türk” dedirtebilsinler...
Ülkede “Türk” ü telaffuz etmeyenlerin yurt dışında “Türk” demek mecburiyetinde kaldıklarını gördüm.
Sen ise; devlet eliyle hangi ülkeye gidebilir de mektep açarsın ve öğretmenlerini hasbî çalıştırabilirsin?
Devlet vakıf kuracakmış da, yurt dışında mektepler açacakmış da, falanca cemaatin önünü kesecekmiş de...
(Ara not: Hak teslimi için şunu da yazmalıyım: Bazı ülkelerde Türk cemaatleri veya farklı kuruluşlar arasındaki çekişmeleri de biliyorum. Yakında, bir Afrika ülkesinde, o ülkenin hükûmetine nüfuz etmiş bir cemaatin, yine o ülkeye gitmiş başka kuruluşların önüne set koyduğunu da biliyorum. Bu setti aşamayan bir kuruluşun başındaki kişinin anlattıklarını burada vereceğim. Bana anlatılanlar, daha önce rapor hâlinde Saray’a da sunulmuştur.)
“17 Aralık’ın odağındaki bir tıfıl işadamı ” hayırsever” miş... “Dönemin başbakanı” söylemişti. Demek ki, “hayırseverliğine” bizzat şahit!
Düşman ilân edilen cemaatin açtıkları mektepleri batırmak için kurdurulacak vakfın, hem devletin, hem “hayırseverler”in desteğiyle o ülkelerde mektepler açılabileceğine inanıyor musunuz?
İşte size o “tıfıl” hayırsever! Şahidi dönemin başbakanı... İstemediğiniz kadar yardım sağlar. Öyle mi acaba?
İnsanların, zoraki kurulan vakfa “bağışçı”nın ne verdiğini değil; “Ne götürdü de bunu verdi.” demeyeceğini mi sanıyorsunuz!
“Dönemin başbakanı”nın cebrî talebiyle “havuz”a paralar yatırılmadı mı? “Havuz”a para yatıranların “devlet”le nasıl bir iş tuttuklarını insanlarımız bilmiyorlar mı?!
Prof. Dr. Hayrettin Karaman, “Rüşvet için fetva verdi.” diye isminin geçirilmesinden çok bunalmış ki, “Ben rüşvete fetva vermedim.” diye feveran edip duruyor. (Son feveranı: “Rüşvet Konusu”, Yeni Şafak, 23 Ocak 2015). Uzatmamak için ayrıntıya girmeyeceğim: Fetvacısı olduğu partinin nasıl kurulduğundan başlayalım mı? Çok kısa söyleyeyim: Parti kurmanın birinci şartı yüklü para sahibi olmaktır. Kimse idealden, şundan bundan bahsetmesin. Yetki sahibinin, H. Karaman’ın fetvasını “hayır” kılıfına uydurarak yüzde almadığını kim iddia edebilir! 20 sene öncesinde % 10 telaffuz ediliyordu. Onun için fakih efendi “Fetva verdi diyenin...” diye başlamasın.
Bir cemaati vurmak için kurulacak vakfa para yatıranlar takip edilsin... Götürdüğünün yanında verdiğinin esâmisi okunmayacaktır. (Belki bey’atçılardan bir-iki bileziğini, yüzüğünü veren çıkar. O da “götürülen”i örtmeye yetmez.)
17/25 Aralık, “fetva”nın neye yaradığını bir bir ortaya çıkarmıştır!
Her kim kanunsuzluk yapmışsa, devletim adına yakalarına yapış... Ama şahsî hesabına devleti karıştırma!
Öfkeyle kalkan zararla oturur!