Bu mudur milliyetçiliğimiz?

Yok muydu içimizden geçeni ete kemiğe büründürecek biri?
Lastik ayakkabıları delinmiş Ermenekli maden işçisinin yoksul anasını, yoksul babasını giydirecek bir el bizim obada yok muydu?
Kınalı saçları ak yaşmağından sarkan, göz yuvalarının etrafı kıvrım kıvrım bükülmüş, şavkı çaresizliğini anlatan şu yaşlı kadına uzanacak bir el bizde yok muydu bizim diyarda?
Evet, maalesef yokmuş...
Anladım bir kere daha. Türk’ün sahibi yokmuş. Boşunaymış Türkçülüğümüz, milliyetçiliğimiz. Ne ocağımız, ne ulu kişilerimiz orta yerde görülmedi.
Vali müftüyü, müftü imamı, imam da lastik ayakkabıyı alıp götürene kadar, biz içinde ayakkabılar, namazlıklılar, tespihler dolu çantalarımızla herkesten önce orada olmalıydık..
Olamadık..
Akşam hatim duasını biz okumalıydık.. Okuyamadık..
Bütün madencilerin analarını, babalarını tek tek ziyaret edip, gönüllerine su serpen de biz olmalıydık. Türklüğü köleleştiren düzene itirazımız yoksa Türkçülüğümüz ne işe yarar?
AKP, köleci düzen getirmekle kalmadı, aynı zamanda köleci düzeni sürdürmek için yakın akrabaları, eşi dostu düzenin başına taşıdı. Devlet kurumlarını tek tek “Özelleştirme” adı altında kendi yakın dostlarına devrederek, sendikal düzeni elinin tersiyle iterek yerine “dayıbaşı” düzeni oluşturdu.
İşçiyi, bu dayıbaşılar buluyor. İşçiler, sendikaların hukuki güvencesi altında değil, dayıbaşılarının iki dudağı arasında boğaz tokluğuna en ağır işleri yapıyor.
Hukuk düzeninin yerini dayıbaşı düzeni almış, sendikal toplumun yerini baskı düzeni almışsa, Ermenekli işçinin anası gibi “benim oğlum yüzme bilmez ki...” diyerek masumiyetin abidesi olan nice analar, ağlamaya devam eder.
Bu vahşi sömürü düzenine razı değilsek, neden yüksek sesle itiraz etmiyoruz?
Milliyetçi duruşu kim temsil ediyor. O duruşu hangi meydanda, hangi toplumsal alanda ve hangi basın bülteninde göreceğiz?
Sendikaların çığlığı çok cılız. Daha yüksek sesle adalet isteyen, haksızlıkları köy köy, kasaba kasaba halka anlatan, olay olduğu zaman ülkenin dört bir tarafında basın toplantılarıyla yerelden genele doğru herkesi silkeleyen demeçler, toplantılar, sosyal etkileşimler görmedik..
Bu durumda Türkler, kendi yurtlarında sözde Müslüman geçinen özde kapitalizmin sömürü aracı olmaya devam edecek demektir.
Öncelikle “dayıbaşılık” belasının ortadan kaldırılması şart değil midir? Hukuk düzeninde geleneksel sistemler değil, hukukun gerektirdiği uluslararası İLO sözleşmelerine uygun standartlarda sendikalaşmış, örgütlü işçi topluluklarının oluşturulması, çalışma düzeninin kara düzenden, hukuk düzenine geçmesi gerekmiyor mu?
Öyle ise?
Öyle ise Türk köylüsünün, işçisinin, memurunun, çalışanının ve çalışmayanının en güçsüzünden en zenginine kadar, milli varlık bilinciyle bir millet olmanın gereği olarak, hukuk güvencesine alınması gerekir. Böyle bir mücadele anlayışımız var mı? Varsa gereği için neler yapıyoruz?
Hiç!.. Sadece hiç... Öyle olduğu içindir ki emperyal güçler bu milleti eziyor. Emeğini sömürüyor. Uzay çağında Ermenekli şehit işçi babasına kara lastik alıyor, anasını gözü yaşlı koyuyor.
Türk milletini ağlatmamak kimin görevi ise durumdan vazife çıkarmanın tam zamanıdır...

Yazarın Diğer Yazıları