Boşuna ağlamayın..
Arnavutluk’un Preza Köyünde tarihi bir camiin açılışına katılmış bizimkiler..
Ağlaşıyorlar..
Niye?
Çünkü küçük bir çocuk, ülkücü öğretmen şair Arif Nihat Asya’nın “Biz kısık sesleriz... Minareleleri sen ezansız bırakma Allahım” diyen dua şiirini okuyor..
Rahmetli Arif Nihat Asya’nın gönül telinden inleyen sesler bunlar. Çanakkale’yi, Kurtuluş Savaşını yüreğinde duyarak mısralara döktüğü şiirler.
Samimi.
Dürüst.
İçi yüce duygularla dolu.
Peki ağlayanlar?
Şüpheli.
Çünkü tüm yaptıkları çelişkilerle dolu.
Hatırlayın..
“Minareleri ezansız bırakmamak” için mücadele veren şanlı ordularımızın vatansever subaylarını teker teker Ergenekon ve Balyozdan içeri atan bunlardı..
“Kahramanlarla dolu bu yurdu, kahramansız bırakmak” için elinden geleni başka ülkenin devlet adamları yaptı sanki.
Ve çok daha beteri, “Müslümanlıkla yoğrulan bu yurdun” dört bir tarafında İslam’ın kutsal değerlerini yok sayan, ecnebi kuvvetleri değildi.
Buyurun Deniz Feneri e.V davasına. Soruşturmayı başlatan ve yürüten savcılar önce görevden el çektirildi ve sonra, mahkemeye verildi, son olarak da meslekten ihraç edildi.
Deniz Feneri e.V davasının sonuçlanmasından sonra, Deniz Feneri soruşturmasını yürütürken ve 2011 yılında dosyadan el çektirilen Ankara Cumhuriyet Savcısı Nadi Türkaslan, Deniz Feneri davasında verilen beraat kararına ilişkin, bakın ne diyor: “Suçlarını Almanya’da kabul edip pazarlığa girenlerin Türkiye’deki yargılamada aynı suçlarını inkâr etmelerinin Almanya’da yargıya müdahale edilmeyeceğini gösterdi.”
Bu durum, İslam’ın sosyal yaşamın merkezine oturttuğu “adaletle hükmediniz” emrinin ve inanç temelinin, iktidar eliyle çökertildiğinin açık ve net göstergesidir.
Şimdi çıkmışlar “Minareleri ezansız bırakma Allah’ım” diyen samimiyet şairinin kemiklerini sızlatırcasına ağlıyorlar. “Müslümanlıkla yoğrulan” bir ülkede “Müslümanlığı” yerle bir ediyorlar.
Üzerine haramdan örtü serilmiş bir ülkede minareler ve ezanlar nasıl yan yana yaşayacak?
Bir ucu Avrupa’ya uzanan asrın davalarından birinin savcısı, bazı sanıklara yönelik suçlamaların zamanaşımı nedeniyle düşürülmesine değinerek, bu durumun, soruşturma aşamasında örgüt ve dolandırıcılık suçlarına takipsizlik verilmesinin sonucu gerçekleştiğini belirtiyor.
Görevden alınan savcının şu tespiti de hukuk açısından oldukça önemli: “Soruşturmada örgüt çıkarılınca nitelikli dolandırıcılık görmezden gelinince zamanaşımı gibi tuhaf bir sonuç ortaya çıktı. Örgütten de dava açılsaydı sanıkların hiçbirisi için zamanaşımı söz konusu olmazdı.”
Demek ki neymiş, hukuk sistemi yeni bir vesayet altındaymış.
2006’den bu tarafa hukuk sisteminin hükümet eliyle sürekli değiştirilmesinin Türkiye’yi getirdiği yer burası. Ülke, bunlardan ve bu zihniyetten kurtulmadığı sürece sadece hukuk değil, din de paramparça olacak. Baksanıza minarelerden günde beş vakit okunan ezan çığlıkları bile bunları kendine getiremiyor. Duymuyorlar ve fakat ağlıyorlar. İlginç.