Biz barış sevmiyor muyuz?

Herkes “barış barış” derken bize ne oluyor? Biz kana susamış caniler miyiz? Neden biz de herkes gibi “barış isterim kan dursun” demiyoruz da illa hükümeti suçluyoruz? Aklımızı mı kayıp ettik? Çok mu kindar insanlarız? Milliyetçiliğimizi ırkçılığa mı dönüştürdük? Neyiz biz? Toplumsal gerçekten bu kadar mı uzaktayız?
Bunları bize soran yok. Ben kendi kendime soruyorum.
Ne vatansever geçinen medya, ne eski merkez medya, ne de yeni medya bizi görmek, duymak dinlemek istiyor. Olsun. Her ne kadar bölücüler kadar esamimiz okunmuyorsa da, milliyetçilik kolay zamanlarda fazlalık gibi görülüyor olsa da en azından kendi okuyucumuza bu soruların cevabını dar alanda kısaca verelim istedim.
Ama cevaplamadan, PKK kurucularının cenaze törenine yüzeysel değil, dikkatle bakalım diyorum. Bize çok şey söylediğini göreceksiniz.
AKP öncesi ülkede geçerli olan siyaset felsefesi, devletin kuruluş anlayışına uygun olarak meseleyi yorumluyordu. Onlara göre toplum bir bütündü. Milli kimlik anayasada yazan kimlikti. Meseleye mozaikçi değil, bütünleşmeci bakıyorlardı. PKK’yı bütünleşmeyi ayrıştırmaya çalışan silahlı bir örgüt olarak görüyorlardı.
Yine o günlerde PKK, ancak marjinal küçük Kürt grupların temsilcisiydi. Kürt etnisitenin hiçbir şeyi değildi. Hatta düşmanıydı. Nitekim terör pek çok çocuğu, kadını, gözünü kırpmadan vurmaktaydı.
Geniş Kürt halk toplulukları, aşiretler ondan kurtulmak istiyorlardı. Ve nihayetinde 2000’li yıllara gelindiğinde PKK, devletin resmi silahlı gücüne yenilmişti.
Sonra?
Sonra, 2002’de AKP iktidara geldi. Kendi deyimleri ile “Türkiye hapishanesinde” yetişmişlerdi. Özgürlükleri yoktu. Bu sebeple devlete, askere ve rejime öfkeliydiler. Rejimi değiştirmek istiyorlardı. Öteden beri düşman belledikleriyle hesaplaşırken, bu arada kendileri gibi mağdur rolünü oynayan Kürtçü gruplara yöneldiler. “Statükoyu” ve elbette “Kemalizm’i” devirirken, terör meselesini etnisite meselesine çevirdiler. Çünkü Türkiye, Osmanlı’nın davamıydı. AKP’liler ve yandaş ve merkez medyadaki bazılarına göre milli devlet (ulus devlet) Kürtleri asimile etmekteydi. Sonra Türkiye, tek bir ulus değil, 40 ayrı etnisiteden oluşan bir mozaikti.
Devletin kurucu öğesinin sosyal bütünleşmeci, ulusçu yaklaşımına karşı Kürtçülüğün önünü açtılar. İlk defa devlet yöneticilerinin ağzından 40 parçalı bir toplumdan söz edilmeye başlandı. Önceden otobüs durdurup sınırlı bir grup yolcuya korkuyla karışık bölücü propaganda yapan PKK’nın işi kolaylaştı. Parti çatısı altında sokaklara, mahallelere evlere girip propaganda yapmanın önü açıldı. AKP iktidarının ilk ve önemli açılım bu idi. “Kürt realitesini tanımak” gerisini getirecekti çünkü.
PKK hemen durumu lehine çevirdi. Kendi uzantıları aracılığı ile KCK örgütünü inşa ederken BDP eliyle çocuklar sokaklara salındı. Bir çeşit bilenme, direnme ve düşman yaratma, ötekileştirerek ayrılıkları derinleştirme egzersizleri yaptı. Derken AKP’liler, bununla da yetinmediler, bir taraftan statükonun ulusçuluğuna söverken öte yandan “açılım” başlattılar. PKK, Habur’dan kahramanlar gibi girerken iktidar, hukuk düzenini ayaklar altına alarak onların ayağına mahkemeler götürdü.
Artık mozaik küçük kar taneciği olmaktan çıkmıştı. Dev kitlelere dönüştü. Öyle ki ayrı bayrağı, ayrı dili, ayrı halkı olduğuna inanan kitlelere dönüştü. PKK’lı elebaşılarının cenaze törenindeki fotoğraf, açılım politikalarının Kürt mozaiğini ne hale getirdiğini gösteriyor. Bir hayli belirginleşmiş olduğu açık. Halk desteği olmayan PKK, taban tutmuş. Şimdi bu süreci hazırlayanlar “barış barış” diye haykırıyor, karşı olanları barış istemez ülke düşmanı göstermeye çalışıyor. Bu durumda nasıl sahte barış korosuna katılalım.

Yazarın Diğer Yazıları