Bir tarafta şehitler bir tarafta okunmayan hutbe
Dün yazıma “Geçen cuma namazı hutbesinin başlığı: ‘Bizi Güçlü Kılan, Birlik ve Beraberliğimizdir’ idi.” sözleriyle girdim, biliyorsunuz. Ama önceliği “temizliğe” verdim. Önce temizlik. Yoksa “ibadet” bir mana kazanmaz. Bunu ben söylemiyorum, Diyanet yetkilisi söylüyor. Dün okudunuz.
Bir de din için esas olan “birlik ve beraberlik”.
“Birlik, beraberlik” diyoruz... Bu hutbe, Diyarbakır’ın Kulp ilçesinde tartışmaya, darba varan müdahaleye yol açtı. İmam hutbede bir bölümü atlamış. Niye atladığını da söylemiyor. Öyle uzun bir hutbe de değil ki, kısa kessin. Üstelik, cemaat/tarikat hâkimiyetindeki camilerde olduğu gibi, kendilerine göre hutbe de okumamış imam.
Söz açılmışken... Camiler, gerçekten “devlet”in kontrolünde mi?
Camiler “devlet”in kontrolünde olsa, cemaatler/tarikatlar camileri propaganda merkezi yapmamaları gerekir.
İster kabul etsinler ister etmesinler 13/12/1925 tarihli kanun çok açık ve bağlayıcı ama “tarikatlar/cemaatler saltanatı” döneminde bağlayıcılığının hiçbir hükmü yok. Kanun maddesini okuyalım:
“Türkiye Cumhuriyeti dahilinde gerek vakıf suretiyle gerek mülk olarak şeyhının tahtı tasarrufunda gerek suveri aharla tesis edilmiş bulunan bilümum tekkeler ve zaviyeler sahiplerinin diğer şekilde hakkı temellük ve tasarrufları baki kalmak üzere kamilen seddedilmiştir. Bunlardan usulü mevzuası dairesinde filhal cami veya mescit olarak istimal edilenler ipka edilir. Alelümum tarikatlerle şehlik, dervişlik, müritlik, dedelik, seyitlik, çelebilik, babalık, emirlik, nakiplik, halifelik, falcılık, büyücülük, üfürükçülük ve gayıptan haber vermek ve murada kavuşturmak maksadiyle nüshacılık gibi unvan ve sıfatların istimaliyle bu unvan ve sıfatlara ait hizmet ifa ve kisve iktisası memnudur.”
Kısaca; tarikatların neşv ü nemâ bulduğu tekkeler kapatılmıştır, bu tekkelerin başındaki şeyh ve benzeri ünvanların kullanılması yasaklanmış ve bunlara ceza da getirilmiştir.
Türk Ocakları başkanlarından, eski Maarif Vekillerinden Hamdullah Suphi Tanrıöver’in 1947’de teklifiyle, 1950’de, “millî şuur” için türbelerin tamir edilmesi ve açılması için kanun çıkarıldı. Değişiklik bu kadar.
Artık alıştık... Herkesin gördüğü, bildiği, okuduğu, kiminin olabilir, olması gerekir, kiminin zinhar yasaklanmalıdır, dediği İsmail Ağa Camisi örneği ortada.
Şikâyet babında söylemiyorum. Soruyorum sadece. İsmail Ağa Camisi, caminin adıyla anılan cemaatin tapulu malı mı?
Daha önce yazdım. İstanbul’da ilk yıllarımda o caminin sokağında kaldım. Camiye çok yakındım. Camiye de giderdim. Cemaatçilerin hâl ve hareketlerini yakından bilirim.
Böyle, sahiplenilmiş kim bilir kaç cami, mescit vardır.
Kulp’taki caminin imamının okumadığı kısım sanırım “değerli müminler” hitabıyla başlayan kısım:
“Dün olduğu gibi bugün de cennet vatanımıza göz diken, hain emellerle kardeşliğimize kastedenler var. Bizi birbirimize düşürmek ve huzurumuzu bozmak için çalışanlar var. Aramıza fitne ve fesat tohumları ekerek bizi zayıflatmak isteyenler var. Bunlar karşısında hepimize düşen, birlik, beraberlik ve kardeşliğimizden asla ödün vermemektir. Din, Kur’an, vatan ve ezan gibi mukaddesatımız etrafında birbirimize kenetlenmektir. Şehitlerimizin uğruna canlarını feda ettikleri ulvî değerleri yaşamak ve yaşatmaktır. Göz aydınlığı yavrularımızı ve geleceğimizin teminatı gençlerimizi, inancımıza, tarihimize ve medeniyetimize sahip çıkacak iyi bir insan olarak yetiştirmektir. Onları, güler yüz ve tatlı dille, camilerimizin huşû ve huzur veren manevi iklimiyle buluşturmaktır.”
İmam, ailesinin korucu olduğunu söylüyor. Belki de hutbeyi kısa kesmek istemiş onun için okumamıştır.
Hassas dönemdeyiz. İster istemez insanlarımız alınganlık gösteriyorlar. (Birlik beraberlik meselemize devam edeceğiz.)