Bir hafta içinde neleri kayıp ettik?
Algı sistemimizle oynuyorlar. Akılları sıra toplum mühendisliği yaparak bizi anlamaz durumuna getirip, duygularımızı tahrik ederek bizi yönlendireceklerini ve sonrasında da göstereceğimiz tepkilere karşılık hedeflerine ulaşacaklarını sanıyorlar. Son günlerde ortalıkta dolaşan Başbakan mahreçli tüm söylemlerin amacı bu.
Elbette bu duruma aldananlar var.
Eğer öyle olmasaydı kaç gündür aynı konuyu tartışmazdık.
Dikkatinizi çekerim: Herkese tehdit savuran bir iktidar karşısında bir haftalık gündemi sadece “idam” tartışmasıyla kapatan Türkiye’nin açıkça düştüğü tuzak da bu.
Bir taraftan “Oslo sürecini” yürütüyorlar ve dipten dibe Apo ile varılan protokolü hayata geçiriyorlar, öte yandan toplumsal dinamiklere gönderme yapıyorlar.
“İdamı getiririm ha!”
Böyle söylemek şu demektir: “Ben Oslo sürecine ilişkin kanun düzenlemelerini yapacağım. Bunun için toplumu oyalayacağım. Siz de bu arada üzerinize düşeni yapın.”
Böylece sürecin öbür yakasına düşen görev başlıyor?
Açlık grevleri iyi bir başlangıç.
Bu aynı zamanda uluslararası destek bulabilecek bir insani durum yaratılmış olacağından süreci yönetecek iktidara da destek anlamına
geliyor.
Türkiye ne kadar karışır, sokaklar ne kadar bunalımlı olursa halk o kadar bıkar, usanır. Bıkınca da hükümete hak verir. Yaptıklarını daha kolay onaylar. Bu bilindik taktik ve politika istenen sonucu doğurmadı diyemeyiz.
Gelişmeleri bütüncül bir düzlemde değerlendirin lütfen. Bakın ne göreceksiniz. Oslo görüşmeleriyle alınan kararları hayata geçirmede her gün başarıya ulaşanları hükümet şeklen kınıyor. Başbakan onları güya “ti’ye” alıyor. Sert demeçler veriyor. Halkın hoşuna giden eleştiriler yapıyor. Bu davranışıyla aslında bölümlediği Türkiye’nin halkına gurur okşayıcı cümlelerle sakinleştirici telkin yapıyor. Ve kahraman halkımız, “Vay be, hükümetimiz bu bölücülere ne de güzel cevap veriyor. Görüyor musun hükümeti? Bir de ‘ülkeyi bölüyor, teröristlerle görüşüyor, onlara taviz veriyor’ diyorlardı. Hani taviz? Bak gerekirse ‘idam ederim’ diyor. Ve onlara ‘açlık greviyle rol yapmayın’diyerek oyunlarını bozuyor. İşte hükümet dediğin böyle olacak azizim” diye düşünmeye başladığı sırada BDP sokakları ateşe vererek gerilimi yaygınlaştırıyor. Böylece sosyal dinamiğin önüne çıkardığı rolü tam da istendiği gibi sahipleniyor.
Haberlerde her akşam, yakılan arabaları, camları kırılan marketleri görüyoruz.
Bütüncül açıyla eş zamanlı gelişmelere bakıldığında oynanan tiyatronun amacına ulaştığını söyleyebiliriz.
Oslo sürecinin önemli bir aşaması olan “ana dilde savunma” konusu hükümetçe kabul alanına giriyor; Büyükşehir Yasası, hiç tartışılmadan çoktan Köşk’e çıkmış oluyor.
Başka?
TBMM’de milletvekili yemininin içeriğinden kurucu öğelerin çıkarılması yoluna gidiliyor. Yani siz idamı, açlık grevlerini, araba yakmaları pür dikkat seyrederken, arkadan dolananlar hedefi parçalamış oluyor.
Böylesine bir zaferin sonunda okkalı bir cümleyi hak etmiyor muyuz sizce? BDP’nin “Öcalan’ın heykelini dikeriz” cümlesi bir zafer çığlığı değilse başka nedir? Çünkü ne de olsa hapisteki teröristbaşı ile yapılan anlaşmalar yürürlüğe giriyor, Atatürk tüm içeriklerden siliniyor.
Az şey mi?