Bir de dil reformu başlatılsa...
Geçmişte, Ecevit'in başbakan olduğu bir koalisyon hükûmetinde Millî Eğitim Bakanlığı, her meseleyi bırakmış, ders kitaplarını "öz Türkçe" ile sıvamayı dert edinmişti. "Öz Türkçe" dedikleri, aklına gelenin Türkçe kaideleri, tarihî vetireyi hiç dikkate almadan uydurduğu kelimeler. Ders kitapları yayınlayan yayınevlerine listeler gönderilmiş, "Bu kelimeler kullanılacak." denmiştir. Atılan kelimeler ise, bizim şuurumuz, benliğimiz, tefekkürümüz...
R. T. Erdoğan, madem reformdan bahsediyor, bir dil reformu da başlatsa...
Osmanlıca dersleri konması hususunu dün Attilâ İlhan'ın görüşleri etrafında vermiştim.
Osmanlı yazısı deyince tartışma hiç bitmez.
Bugün Mehmet Kaplan Hoca'nın vefatının 35. ölüm yıl dönümü. Allah rahmet eylesin. Bu vesileyle iki büyük çocuğumun da manevî dedesi diyebileceğim (anneleri çok sevdiği talebesiydi) hocamızın, geçmişte, Tercüman gazetesi, "Yaşayan Türkçemiz" kavgası verirken çıkan "Hâlis nesir" başlıklı yazısını buraya alacağım. Kupür var elimde. Maalesef tarih koymamışım:
"Nasıl bir "hâlis şiir" varsa, onun gibi bir de "hâlis nesir" vardır. Fakat "hâlis nesir", "hâlis şiir"den tamamiyle farklıdır. Denilebilir ki, hemen hemen onun zıddıdır. "Hâlis şiir"de ritim veya iç ahenk başta gelir. Türk edebiyatının yetiştirdiği iki büyük şâir, Ahmet Haşim ile Yahya Kemal ve onların izinden giden Ahmet Hamdi Tanpınar, Ahmet Muhip Dıranas, Cahit Sıtkı gibi değerli şâirler bu konuda müttefiktirler. Batının yetiştirdiği büyük şâirler de aynı inançtadırlar "Hâlis nesir"de kelimelerin şekil veya sesleri asla dikkati çekmez. Çekmemek gerekir, "Hâlis nesir"de ön planda gelen ritim veya musikî değil fikirdir. Fikir akışını durduran herşey "hâlis nesr"e aykırıdır. "Hâlis nesir" iyi temizlenmiş bir cam gibi, şeffaf olmalı, neyi göstermek istiyorsa onu göstermelidir. Büyük Fransız romancısı Stendhal romanı caddede gezdirilen bir aynaya benzetir. Aynada aynanın kendisi değil aksettirdiği hayaller görülür. Güzel bir romanda kitap ortadan kalkar. İnsan, tasvir edilen şahısları, eşyayı ve vak'ayı âdeta görür gibi olur. Maksim Gorki, fırıncı çıraklığı yaptığı yıllarda Tolstoy'un romanlarını okurken hayrete düşer, acaba içinde büyü mü var diye havaya kaldırıp bakarmış. Roman, hikâye veya piyeste, hayat, müşahhas (somut) olarak tasvir edilir. Düşünce yazıları umumiyetle mücerret (soyut) olur. Soyut veya somut, her çeşit nesirde güzel olan dilin yerini dünya veya düşüncenin almasıdır.
Yahya Kemal, bizde iki sanatın yokluğuna üzülür: Resim ve nesir. Eski, zengin, güzel bir şiir geleneğimiz vardır. Onunla övünebiliriz. Fakat yüksek seviyede resmimiz yoktur. Eski Türk nesri, şiir gibi kelime oyunları ile doludur. Bize pek çok şey gibi nesir sanatı da batıdan gelmiştir. Bizim ilk nesir ustalarımız gazetecilerdir, ilk roman ve tiyatroları da onlar yazmışlardır. Yüz yıllık bir çabadan sonra Ömer Seyfeddin ve Reşat Nuri gibi yazarlar Türkçede "hâlis nesir" örneği vermişlerdir. Fikir sahasında en büyük nesir üstadı Ziya Gökalp'tır.
Kaypak, çiğ veya alışılmadık kelime kullanmak veya yerli yersiz, ikide bir Türkçenin normal yapısını alt-üst etmek suretiyle düşünce akımını durduran yazarlar, edebiyatımızı yeniden içinden çıkılmaz ve okunmaz hale getirmişlerdir. Yetişen nesillerin düşünmesini istiyorsak, okullara böyle yazıları sokmamalıyız."
Osmanlı yazısına dair Nutuk'tan vereceğim örnekler, muhakkak dikkatinizi çekecektir. Yarın.