Bir damla gözyaşı ve hisli bir yürek
Ooo! Sayın Başbakanımıza bakınız. Çıkmış Avrupa Parlamentosunda meydan okuyor. Esip gürlüyor. Son zamanlarda bir tv kanalında oynayan Kanuni’nin anlatıldığı Muhteşem Yüzyılı mı seyretti ne?
Ne çabuk unuttun demezler mi adama. Daha birkaç yıl evvel neredeyse uçaktan inmeden o ülke senin bu ülke benim bütün Avrupa’yı dolaşıyor, kendi halkına avazın çıktığı kadar bağıra bağıra AB’nin faziletlerini anlatıyordun diye.
Sormazlar mı?
60. Hükümetin bütün mesaisi yurt dışında geçmedi mi diye.
Onlarca kanun, yüzlerce genelge, tüzük, yönetmelik sırf AB için değiştirilmedi mi? 2003’ten itibaren 4-5 yıl ileriye doğru tüm gazetelerin manşetlerine bakınız. Berliskoni ile kaç fotoğraf çekilmiş. Büyük Avrupalılar için verilen kaç poz, kaç el sıkışma haberi var görün.
Şimdi tutmuş dün kapı kapı dolaşım yalvardıklarına güya meydan okuyor.
“Fransız kalmayın” diyor AB parlamenterine.
Kadıköylü Avrupalara gitmiş. Orada aday olup milletvekili seçilmiş ve Avrupalı kimliği ile bizimkine soruyor: “Ülkenizde kitap yazan gazeteciler neden tutuklanıyor?”
Bizimki Avrupalı sandığı Kadıköylüye cevap veriyor: “Onları mahkeme tutukluyor, ben değil.”
Kadıköylü: “Yapma ya?” deseydi kendisine. Peki, aynı mahkeme seni tutuklayınca neden kabullenmek yerine “Beni şiir okudum diye içeri attılar” deyip de gelip taa Avrupalarda şikâyet ettiniz? O günlerde “mağdurum” diye o ülke senin bu ülke benim gezen siz değil miydiniz?, diye sorsaydı kendisine. Sormadı.
Ama ben soruyorum.
“Sizin yargı dediğiniz şey, mesela Menderes ve arkadaşlarını asmadı mı?”
Astı.
Öyle ise seçim meydanlarında ne diye Menderes Menderes diye bağırıp çağırıyor ve dönemin siyasal yapısını suçluyorsunuz? Mahkemeleri suçlasaydınız ya. Hatta “Kanunun kestiği parmak acımaz” deyip sineye çekseydiniz ya. Tıpkı şimdi yaptığınız gibi.
12 Eylül döneminin hapishanelerini darbeci subaylar mı doldurdu?
Hayır! O tutuklamalara yargı karar vermedi mi? Mustafa Pehlivanoğlu gibi suçu vicdana sığmayan bir fidanı, yine yargı asıp canını elinden almadı mı?
Aldı. Demek ki neymiş. Yargı gerektiğinde siyasallaşırmış. Mamak zindanlarında insan çığlıkları gecenin karanlığını paramparça ederken, günün 24 saatini insanlığa ziyan edip, ceberut vicdan azap çektirmekten mest olurken yargı hangi işkenceciyi cezalandırdı? Hangi zalimin başına dünyayı zindan etti? Hiçbirine.
Kısacası tarihin hangi döneminde hangi siyasal olayın arkasında veya yanında yargı yoktu?
Şimdi biz, “Aaa, bunları yargı yaptı, öyle ise dönemin siyasal iktidarına söyleyecek tek sözümüz olamaz mı” diyeceğiz?
Tıpkı geçmiştekiler gibi bugün de aynı. Yargı yine var ve yine tutuklamalar oluyor. Tıpkı o günlerdeki gibi yine mahkemeler duruşmalarla sürüp gidiyor. Küçük salonlara sığmayan koca kalabalıklar için yine özel mahkeme salonları kuruluyor.
Hafızanızı yoklayın lütfen.
Geçmişte olduğu gibi bu gün de ülkede yine bir iktidar ve bu iktidarın sürdürdüğü bir politik süreç var. Bu dönemin siyasal kudreti altında insanlar ömürlerinin en verimli yıllarını uzayıp giden tutukluluk süresi içinde hapiste geçiriyor. O günlerden bugünün tek farkı, bu sefer çığlıkları ta Avrupalardan duyulan “masumiyetin” sesinin yükseliyor olmasıdır. Bütün bu gerçeklere rağmen bazılarının gönlü ve vicdanı kurumuş.Tınmıyor.
Tıpkı 3 Mayıs, 12 Eylül, 27 Mayıs ve daha başka iktidar sahipleri gibi.
Hiçbir iniltili ses, kanayan yürek, ağlayan göz, bunları etkilemiyor. Donmuş ve kurumuş bir vicdan ile sürekli suçlayan bir iktidar ve yandaşlarıyla karşı karşıyayız. Öncekiler gibi. Necip Fazıl’ın Reis Bey oyunundaki yüreği katı yargıca söylediklerini, iktidar sahipleri başta olmak üzere bütün taraf olmuş vicdanlara haykırmak gerekiyor. Bir damla gözyaşı ve merhameti besleyen adil bir yürek arıyoruz. Evet evet, sadece iki şey: Gözyaşı ve merhametli bir yürek.
Yerini bilen var mı?