‘Ben’den Yansıyan Düşünceler’
Hatıratı önemserim. Yeri geldikçe hatıraların kaleme alınması gerektiğini vurgularım. Hatıralar yazılmazsa insanı nasıl tanıyacağız, zamanı nasıl tanıyacağız, geçmişi birbirine nasıl bağlayacağız, duyguları, kaygıları, sevinçleri nasıl öğreneceğiz?
Her hatıratta “ben” vardır, “insan” vardır; hepimiz varız.
Neden konuya “hatırat”la girdim?
Prof. Dr. Mehmet Akgün, “Hayatım ve Kendimi Kendimde Tanıma Yolunda Ben’den Yansıyan Düşünceler”i yayınladı. (Çizgi Yayınevi, 406 s)
Burada Mehmet kardeşime not düşeceğim. (Mehmet Akgün fakülteden arkadaşım. O dönem, arkadaşların canlarını birbirlerine emanet ettiği netameli dönemdi, diyeyim, o dönemde arkadaşlığın ne manaya geldiğini anlayın.)
Kitabın ismi çok uzun ve karışık. Yazarken, yanlış mı, yazdım diye bakmak zorunda kaldım. Kitapla ilgilenecekler bu karışık adı nasıl akıllarında tutsunlar! Hiç olmazsa kısa bir ad verilir, bu uzun ad alt başlık yapılırdı. Yayınevi sanırım yanılgıya düştü.
“Hatırat” terimine dair biraz bilgi vermek istiyorum. Bu bilgiyi “Edebiyatımızda Terimler” kitabımızdan alacağız:
“Hatırat: Bir kimsenin kendi hayatını, yaşadığı devrede gördüğü veya duyduğu olayları anlattığı yazılardır. Hatıratı, otobiyografilerden ayıran özellik şudur: Otobiyografilerde yazar doğrudan kendi hayatını anlatır, duygu ve temayülleri geniş yer tutar. Hatıratta ise, kendi hayatıyla birlikte devrini ve çevresini anlatır. Bazen yazarın kendisini geriye çekerek sadece çevresini verdiği de görülür. (...)
Tanınmış sanat, ilim ve siyaset adamlarının kaleme aldığı hatırat kitapları, onların hayatlarını ve devirlerini aydınlatmaları bakımından önem taşır. Yalnız hatıratlarda yazarın çoğu zaman bir seçme yaptığını ve hoşuna gideni anlattığını unutmamalıyız. Yazar hatıratının bir itiraf kitabı olmamasına dikkat eder. Hatırat kitapları hiçbir zaman tarih kitabı değildir ve tarih için kaynak olarak kullanırken şüphe ile karşılanmalıdır.”
***
“Hatırat” kelimesi Türkçeye 1902’de girmiştir. Muallim Naci (1849-1893), 1902’de yayınlanan Lügat‑i Nâci’de “hâtırât”ı madde başı yapmıştır. Öncesinde “vekayinâme, sergüzeşt gibi kelimeler kullanılmıştı. Demek ki, “hatırat” 19. yüzyılda halk arasında yaygındı.
Zamanımızda “hatırat” karşılığı “anılar” da kullanılıyor. “İntibalar” karşılığı çıkarılan “izlenim” de kullanılan bir başka kelimedir. İkisi de yerine oturmamış Türkçeyi zayıflatan kelimelerdir.
Kelimelerde inatlaşmamak, illâ Türkçesini bulacağız, diye didiklememek lâzım. Yaşayan Türkçenin kelimeleri, şu dilden gelmiş, bu dilden gelmiş denilerek atılmak istenir, yerine ayaküstü uydurulmuş kelimeler kullanılacak diye baskılanırsa, kaybeden dilimiz olur. İnsan kendisini ifade etmekte âciz kalır; boşluğa düşer.
Aslı Türkçe de olsa, geçmişte belli devre kullanılan kelime tekrar kullanılmak istendiğinde taşlar yerine oturmuyor. Bir örneği “yanıt”tır. Türkçede elbette var. Eski Anadolu Türkçesinde, Ta 15. yüzyıla kadar, hadi biraz daha uzatalım, 16. yüzyıla kadar kullanılmış “yanıt/yanut” birdenbire, şiirlerde, romanlarda, değişik anlatışlarda yer bulmuş, hafızada kökleşmiş “cevap” kelimesinin yerine konur, işte size Türkçe Yanıt/yanut” iki türlü söyleyişten birincisini seçtik, buyurun, “cevab”ı atıyoruz, “yanıt”ı kullanıyoruz, diyebilir miyiz?!
Sonra Türkçemiz niye zayıflıyor? Niye güçlü bir edebî dil değil, niye dilimizin ilim sahasında yeterli olmuyor, diyoruz. Defalarca hatırlatıyorum... Ziya Gökalp, Ömer Seyfettin, Genç Kalemler’de, Türk Yurdu’nda, Resimli Kitap’ta, Dergâh’ta yazan başka isimler bu işin özünü ortaya koymuşlardır. Onların yazılarını takip edenler meselenin künhüne vâkıf olurlar. (Bu dergilerin, ilki hariç, hepsi bizim emeğimizle yeni harflerle yayınlanmıştır.)
***
Prof. Dr. Mehmet Akgün’ün “Ben’den Yansıyan Düşünceler”ne geliyoruz.
Mehmet Akgün, felsefeci... “Materyalizmin Türkiye’ye Girişi ve İlk Etkileri”, onun doktora tezidir. Yayınlandığında yankı bulmuş, tartışılmıştı. Daha sonra “Materyalizmin Türkiye’ye Girişi” adıyla çıktı. (Elis Yayınları)
Mehmet Akgün, “Ben’den Yansıyan Düşünceler”de, “Ben, bu kitabımda kendimi ve kendimde bulduklarımı söz konusu edeceğim. Evet elinizdeki kitapta kendi hayatımla ilgili bilgilerin yanında ağırlıklı olarak kendimle buluşmamda, kendime itiraf ettiklerimi ve bu itiraflarımı nasıl halletmeye çalıştıklarımı bulacaksınız. Zaman zaman kendime yaptığım tavsiyelerimin, aynı zamanda size de yapıldığını göreceksiniz. Bu tavsiyelerimin, aynı zamanda kırk bir yıllık akademik hayatımda ders verdiğim binlerce öğrencime de yapıldığını ilave etmeliyim.” diyor.
Kitap beş bölüm. Birinci bölümde kendisine ait bilgileri veriyor.
İkinci bölümünde konferansları, televizyon sohbetlerde işlediği konular yer alıyor.
Üçüncü bölümünde, millî duygularıyla ilgili görüş ve düşüncelerini, insanlığın tarih boyunca oluşturduğu en ideal yapı olan milletin tanımı ve temel unsurlarının neler olduklarını, birbirlerinden ayrı düşünülmeleri mümkün olmayan millet ve vatan kavramlarının karşılaştırılmasını, Türk milleti üst kimliğinin değerlendirilmesi konularındaki görüş ve düşüncelerini işliyor.
Dördüncü bölümün birinci konusu için: “Çocukluğumdan olgunluk çağıma kadar yapacağım veya yapmayacağım eylemlerle ilgili olarak kendi dünyamda yaşadığım ve kendi kendime sorduğum sorulara karşılık aldığım cevaplara dayanarak uygulamış olduğum eylemlerimden hayatımın olumlu yönde şekillenmesini sağlayanlarını içeren tecrübelerimi, oğullarımla paylaşıma ayırdım.” diyor. Bu bölümün ikinci kısmında ve kitabın beşinci bölümünde felsefî değerlendirmelerine giriş sebepleri üzerinde duruyor:
“Bilindiği üzere felsefenin birçok ilgi alanı içerisinde özellikle varlık, bilgi ve ahlâk alanları ön plana çıkmaktadır. Felsefenin bu ilgi alanlarından kitabımda söz konusu edilen bilgiler içerisinde, millî değerleri ve ahlâkı ilgilendiren konulardaki görüş ve düşüncelerimi içeren bilgilerin olması, beşinci bölümünde şahsımı, ister istemez kâinatın yaratılması veya yaratılışı konusundaki görüş ve düşüncelerimi içeren bilgileri verme gereğine götürmüştür. Beşinci bölümde öncelikle tarih öncesi çağlarda eski milletlerin kozmogonilerinde kâinatın yaratılması veya yaratılışı konusundaki görüş ve düşüncelerle, yine aynı konuda tarih öncesi dönemlerin en yetkin filozofu Aristoteles (M.Ö. 384 - 322)'e kadarki filozofların görüş ve düşünceleri üzerinde durulmuştur. Bunu takiben özellikle Tevrat'ın, Zebur'un ve Kur'ân-ı Kerîm'in yaratma veya yaratılma olayını değerlendirilişlerine yer verilmiştir. Bölümde son olarak kâinatın yaratılması veya yaratılışı konusunda çocukluğumdan itibaren şahsımda oluşan düşüncelerin değerlendirilmesi yapılmıştır.”
Prof. Dr. Mehmet Akgün’ün “Ben’den Yansıyan Düşünceler”inde, hepimizin öğreneceği çok şey var.
Okumak lâzım.