Bence DTP...
Kimileri bu yazıma şaşırabilir. Ancak hiç gerek yok çünkü geleceğin inşası açısından iddiaların tutarlığının görülmesi bakımından DTP’nin aldığı seçim sonuçlarını kötüye yormuyorum. Üstelik Türkiye’nin bölücülüğü çözümleyip, ana caddeye dönmesi açısından DTP’nin bir şekilde yerel iktidar olmasında faydalar olduğunu düşünüyorum.
Kimsenin şüphesi olmasın, en kısa zaman içinde görülecektir ki DTP seçmeni partisinden umduğunu bulamadığı, beklentilerini karşılamadığı için bıkacaktır.
Yerel yönetimlerde iş başına gelen DTP kadroları, hızla artan seçmen nüfusunu doyurmayı, artan işsizlik talebini karşılamayı başaramayacaktır. Bölgede öteden beri yürüttüğü “TC bizi geri bırakıyor, fabrika ve iş sahaları kurmuyor” iddialarının tersine dönmesini de engelleyemeyecektir.
Bu sefer geri bırakan TC mi yoksa DTP mi birlikte göreceğiz.
Ancak burada ülkenin bütünlüğünden sorumlu olanların üzerine düşen çok önemli görevler var. Gerçekleşen durumu milli bütünlük adına somut bir çevirime dönüştürmek için, bölge halkına yönelik yeni stratejiler geliştirmek için bundan daha kritik bir zaman dilimi olamaz.
“Demir tavında dövülür.”
İşte “tav” bu zamandır.
Önce devlet iktidarının gücünü, insanları korkutmayacak bir biçimde devreye sokmanın tam zamanı, sonra da, bir dantel gibi iyice işlenmiş, önemli politika ve propagandaların işe koşulacağı dönemdir.
Emin olunuz toplumsal bilinç, kültürel kodlarında yardımıyla, kendine dönecek, DTP, bir azınlık partisi olarak, küçük birkaç alana hapsedilmiş olarak kalacaktır.
Tabi yeni durumu kavrayacakların stratejisi söylediğimiz gibi olursa.
Ya olmazsa?
Bu durumda ayrıcalıklar derinleşecek, meselenin ayrıcalıkların derinleşmesiyle çözüleceğini sananlarca bölünme hatları daha da belirginleşerek ortaya çıkacaktır. Dahası DTP, uluslar arası alanda güç kazanarak, bir taraftan Barzani’ye karşı farkını ortaya koymaya çabalarken, öte yandan belki de muhtemel Kürdistan’ın asıl sahiplerinin kendileri olduğunu savunarak, Kürtler arasında bir güçler savaşına yönelebilecektir.
Esasında bu teori büsbütün yabana altılamaz. Çünkü, sözünü ettiğim teoriyi destekleyen gelişmelerin son emarelerini, Cumhurbaşkanı Gül’ün Irak ziyareti sonrasında gördük. Toplanması muhtemel Kürt konferansı ve PKK’nın tasfiyesi meselesinde PKK, dolayısı ile de DTP’den itirazlar geldi.
“Biz de varız ve sizden ayrıyız. Ayrıca Kürtleri siz temsil edemezsiniz. Biz sizden daha önemliyiz ve farklıyız” mesajını içinde barındıran bu ayrım, gelecekte, diyalektik aklın gereği Kürtçülüğün kendi çelişkisini içinde barındırdığının işaretlerinden başkası değildir.
Bir diğer diyalektik oluşumun DTP’nin yerel yönetimlerde güç elde etmesiyle ortayla çıktığını belirtmiştik. Demek ki bölücülük, eş zamanlı olarak, biri yurtdışında öteki bizzat kendi içinde iki temel çatışmayı yönetmek durulundadır. Ne tür kararlar alırsa alsın çatışmanın sonunda ortaya çıkaracağı sentez, öncelikle Türkiye’nin alacağı kararlardan etkilenecektir.
Öyle ise Türkiye’yi yönetenlerin diyalektik yürüyüşü, devlet olmanın avantajlarını da kullanarak yönetmesi gerekiyor. Burada MİT’e ve TSK’ya da önemli görevler düşüyor. İktidarı karar alma sürecinde milli politik açılımlar geliştirerek uluslar arası etkilerden kurtarması gerekiyor.
Sonuç olarak denilebilir ki, DTP’nin Türkiye’deki gücünü azaltma ve iyice dibe vurmasını sağlamak için, önce gayrı meşru yollardan PKK’ya akan parasal kaynakların kökünü kurutmak lazımdır. İkincisi, kent merkezlerinde devlet iktidarını hissettirerek, PKK’nın etkisini silmek, ardından uluslararası alanda terörizme olan tepkiden hareketle PKK’yı yok etmek ve böylece, silahlı gücü arkasından görmeyen, parasal desteği meşru yollardan elde eden bir DTP ile kalakalmaktır. Bir diğer önemli husus da aşiret beylerini PKK’nın baskısından kurtarmaktır. Bunları yaptıktan sonra on tane DTP olsa kimin umurunda?