Belki de yanılıyoruzdur?

Size bugün kendi fikirlerimden oluşan bir makale yazmak istemedim. Çünkü aslında şu aşamada kimse kimsenin fikrini merak etmiyor, herkes sonuçlara odaklanmış durumda ve başlangıçta kabul ettiği fikrin en doğru sonuca ulaştıracağına emin.

Oysa artık iç politikadan bahsetmiyoruz, nasıl bir ülkede yaşamak istediğimizle ilgili fikirlerimizi ezberlerimizden çıkarabiliriz, ama şu aşamada geldiğimiz noktayı iyi analiz edemez isek varacağımız sonucun kendi tercih ve davranışlarımızdan bağımsız tarafları da olduğunu görebiliriz.

O sebeple de size eski okumalarımdan bazı notlar aktarmayı tercih ediyorum, muhtemelen bu notları da herkes kendi ön kabulü ile değerlendirecek ama olsun. Ben altını çizmem gerektiğini düşündüğüm şeylerin altını çizmiş olayım da okuyan ne şekilde yorumlamak isterse öyle düşünsün.

“8. Yüzyıl itibarıyla Türkler başta olmak üzere, birçokları topluluklar hâlinde Müslüman olmaya başlamışlardı. Bu durum Müslüman halkı son derece mutlu ediyor olsa da idareciler çok mutlu değillerdi. Çünkü bu hâl vergi gelirlerini azaltıyordu. Müslüman tebaadan cizye alınamıyordu...

Ancak Horasan Valileri İslam'a yeni geçen topluluklardan cizye almaya devam ettiler. Mesele cizye vermek istemeyen Müslümanlarca mahkemeye taşındı, anlaşmazlık bu toplulukların Müslüman kabul edilip edilemeyeceğinde düğümlendi. Horasan Valileri bu toplulukların İslami yükümlülüklerini yerine getirmediğini ve bir sureyi tam ve eksiksiz olarak Arapça okuyamadıklarını belirterek Müslüman sayılamayacaklarını iddia ederek cizye almaya devam ettiler

Bu durum Ömer b. Abdulaziz tarafından kaldırıldı. Abbasilerce tamamen terk edildi.

Bu uygulama Emeviler’in İslamlaştırmama politikası olarak tarif edildi. İnsanlar Müslüman olursa haraç geliri düşer diye engelliyorlardı

Ömer b. Abdulaziz bu uygulamayı kaldırdığında ileri gelenler vergilerin düşeceğinden bahsedince "Allah, Muhammed’i (sav) vergi tahsildarı olarak göndermedi diyerek karşı çıktı. Ömer b. Abdulaziz döneminde Horasan’da İslam hızla yayıldı. Bu olayın Abbasi devrimine zemin hazırladığı fikri yerleşti.”

“Fes nedir? Ne zamandan beri giyilir? Osmanlı'yı temsil eden bir kıyafet midir?

1829'da 2. Mahmut tarafından Batılılaşma faaliyetleri kapsamında giyilmesi emredilmiş kıyafettir. Özellikle Asaker-i Mansurey-i Muhammediye askerlerinin resmî kıyafetidir.

Anavatanı Fas olsa da Batı dillerinde fes diye geçtiğinden bizde de öyle anılmıştır. Özellikle Ege adalarında çoğunlukla Rumlar ve bir kısım Türkler tarafından daha öncesinden giyilmeye başlanmıştır.

Türkiye’deki fes üretimi yeterli olmadığından Avusturya’dan da uzun süre fes ithal edilmiştir”

“1958-1986 arasında devam eden Lübnan iç savaşlarında yaklaşık olarak 150 bin kişi öldü 300 bin kişi yaralandı ve 750 bin kişi sürgün edildi ya da zorunlu olarak göçtü. Bu süre içinde 10 ayrı askerîleştirilmiş kapalı bölgeye bölündü. Bütün bu faturanın müsebbibi olan milisler ise finansman sağlamak söz konusu olduğunda bir kartel hâline dönüşüyorlardı, örneğin MEA havayolları şirketinin idare kurulunda her bir milis örgütünün ikişer üyesi yer alıyordu. Cambulat'ın PSP'si, Berri'nin EMEL'i Geagaa'nın Lübnan Kuvvetleri ve Dany Samun'un PLN'si”

"Baron Alphonse de Rotschild'e birinci rütbeden Osmanî ve mumaileyhin, kerimesi Baron Bettina Carolin'e dahi rutbe-i mezkureden Şefkat nişan-ı zişanları ihsan buyurulmasına mebni muamele-i lazımenin ifası şeref-sâdır olan emr-ü ferman-ı Hümayun Hazret-i Hilafetpenâhî iktizay-ı âlisinden bulunmuş olmakla ol bâbda emr-ü ferman hazret-i veliyyü-l emrindir."

Başbakanlık Osmanlı Arşivleri 1090/85489...1 6 Temmuz 1304-28 Temmuz 1888..

Şimdilerde her duvara asılı duran Osmanlı arması: “Sultan Abdülmecid'in onay verdiği ve bir yılda hazırlanan arma, Saint George Kilisesi duvarına asılır. Sultan Abdülhamid-i Sani devrinde Arma-i Osmanî, standart şeklini alır. Prens Charles Young'un tasarladığı armaya terazi ve bazı silahlar da eklenir.”

1952 yılında ABD'li Oryantalist Daniel Lerner bazı Orta Doğu ülkelerinde modern medyanın etkilerini araştırmak üzere anketler yaptı... Bahsi geçen modern medya ABD tarafından Asya, Afrika ve Güney Amerika’ya yönelik yapılan radyo yayıncılığıydı. Çiçeği burnunda Amerikan istihbarat servisi de bu konuda Lerner'e sponsor olmuştu çünkü radyo yayınları bir soğuk savaş silahı olarak görülüyor ve kullanılıyordu.”

Şimdilik bu kadar. Bu yazdıklarım ile kimseyi haklı çıkarmaya çalışmadığımın altını çizeyim yine de benim tek isteğim devamında da bir çok alıntı yapabileceğim bu tarz bilgileri aklımızın bir köşesinde tutmayı önermek. Gerisini taraflar bilir.

Yazarın Diğer Yazıları