Bayrak dikmeyin, anayasa yapın!

Demek ki neymiş? Kandil’e bayrak çekmekle terör bitmezmiş. Asker çare değil öyle ise. Bu durumda -söylemeye gerek yok- silah da işe yaramaz.
Türkiye Cumhuriyetinin başbakanı bayrak çekmenin gereksiz, yetersiz ve işe yaramaz olduğunu söylüyorsa bizim buradan varacağımız sonuç da bellidir. Demek ki PKK’ya yenilmiş, çaresizleşmiş koca devlet. Bundan sonra elindeki silahı bırakıp, yalvarıp yakarsın artık. Rica minnet hayatını kurtarsın bari. Çünkü gücü işe yaramıyormuş, caydırıcı olamıyormuş. Koskoca devlet yönetiminin başındaki kişi yalan söyleyecek değil ya. Biz de ikide bir “bunlar PKK’yla pazarlık yapıyor” diyorduk. Çoğu kere de “bu nasıl olur” diye şaşırıyorduk.
Mesele şimdi netleşti.
Bunların her defasında İmralı canisiyle pazarlık yapıp protokol imzalamalarının sebebi, meğer bayrak dikmekle sorunu çözemeyeceklerine kendilerini inandırmaları imiş.
Öyle anlaşılıyor ki zihnen teröre yenik düşmüşler, şimdi hepimizi mağlubiyete inandırmaya çalışıyorlar.
Yanlış mı?
Başbakanın “bayrak dikmekle Kandil’de terör mü duracak” açıklaması, aynı zamanda bu inancı ortaya koymuyor mu?
Hele “Türkiye’nin her yanında bayrak var. Terör bitiyor mu?” şeklinde bir kıyaslama yapması, Türkiye Başbakanının terör karşısında yenilgiyi kabullendiği algısını dışa vurmuyor mu?
Dünyanın en güçlü ordularından birine sahip olan bir ülkenin başbakanının bu derece âciz ve kendisini yetersiz görmesinin mantığını anlamak mümkün değil.
Çaresizleşmiş devlet adamının çare üretmesini nasıl bekleyeceğiz.
Yenilgiyi kabullenmiş bir devlet yöneticisinden nasıl bir zafer bekleyeceğiz?
Beklemiyoruz zaten.
İşin garip tarafı doğru olarak kabul ettikleri yanlışı hepimize benimsetmek istemeleri. “Bayrak çözüm değil” mesajını verirken “benim düşündüklerimi siz de kabullenin tıpkı benim yaptığım gibi çözüm üretin” demek istiyor.
Kendi ürettiği çözüm ne?
Bölücülüğü siyasallaştırma ve tabana yayma.
Açılım bilmecesi.
Habur rezaleti.
Şimdi de anayasa değişikliği.
Bu öyküyü biliyoruz biz. Yabancısı değiliz. Sahiplerini de tanıyoruz.
İlk açılımı 1839 Tanzimat Fermanıyla yapmıştık. O günlerde
nüfuzlu ülkelerin üzerimizde etkisi büyüktü ve ancak onların istediği gibi davranırsak kurtulacağımızı kulağımıza fısıldıyorlardı. Etkili nüfuz sahiplerinin başında da İngiltere gelmekteydi.
Şimdi Avrupa birliği ile ağırlıklı olarak Amerika’nın nüfuzu alanındayız.
Hatırlayın, önceki devletlülerimiz nüfuzlu müttefiklerimizin bir dediğini iki etmedi ve gereğini onların istediği gibi yaptı; sonunda koca Osmanlı çöktü. Sonra hep birlikte elimizde olanları kurtarma derdine düştük. Çok bilen başbakan yardımcımızın “gasp ettik” diyerek suçladığı o günün kahramanlarının çektiğini ise Allah biliyor. Bir de azınlık mallarının içinde bizi tarihten silecek ne planlar yapıldığını belgeler söylüyor.
Simdi nüfuzlularımız aynen ataları gibi aynı yolu takip ederek bize diyorlar ki, “sizin nasıl terör belasından kurtulacağınızı biliyoruz.” Bizdeki ortakçılar hayret ve şaşkınlıkla hepsi bir anda onlara dönüyor. Nüfuzlu devlet sözünü sürdürüyor: “Terörle silahlı mücadeleyi bırakın. Sizin ihtiyacınız silahlı mücadele değil. Sözlü pazarlık. Pazarlığı belli noktaya getirince de anayasa yapın ve işi bitirin. Haydin göreyim sizi. Ben arkanızdayım.”
Şimdi anladınız mı bayrak dikince neden sorunun neden çözülmediğini.
İşin tam bu noktasında Milliyetçilere büyük görev düşüyor. Anayasa toplantılarında Türk milletini Müdafaa-i Hukukçular gibi sonuna kadar savunmalı; yaptıklarından halkı anında bilgilendirmeli ve tarihi olayların gidişatına yine tarihten aldığı güçle not düşmelidirler. Aksi halde içinde olmadığımız bir ortamda hakkımızı kimse savunmayacak ve başkaları geleceğimiz hakkında karar verecektir.

Yazarın Diğer Yazıları