AYM ve kanunilik
Bugün İstanbul Barosu, Yargıtay hakkında -sizin bu yazıyı okuduğunuz saate göre- suç duyurusunda bulundu veya bulunuyor.
Mesele daha ne kadar büyüyecek, hukuka verdiği zarar yanında ekonomiye de nasıl bir zarar verecek, zamanla göreceğiz…
Ancak ucu, keyfi yönetimin anayasal güvenceye kavuşturulması adına anayasa değişikliğine vardırılan bu meselede, hukuk devleti ilkesini savunmaya da konunun ehemmiyeti herkesçe anlaşılana kadar izah etmeye de devam edeceğiz.
Uyuşmazlık
Yargıtay tarafından yapılan açıklamada; “Bizatihi Anayasayı korumak amacıyla kurulan Anayasa Mahkemesi, tartışmalara konu olan davada, anayasa koyucunun iradesini yok sayarak Anayasa’nın 83’üncü maddesindeki atıf nedeniyle somut olaya uygulanması gereken 14’üncü maddesini işlevsiz bırakmıştır” deniliyor.
Milletvekillerine dokunulmazlık getiren söz konusu 83. maddedeki istisnai hüküm ise şöyle: “Ağır cezayı gerektiren suçüstü hâli ve seçimden önce soruşturmasına başlanılmış olmak kaydıyla Anayasanın 14'üncü maddesindeki durumlar bu hükmün dışındadır.”
Peki nedir 14. maddedeki durumlar?
Cevabın 14. maddede yazmasını umarak 14. maddeye bakıyoruz:
“Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve lâik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz.”
Anlaşıldı mı Anayasa’nın 14. maddesindeki durumların neler olduğu?
Hangi suçlar burada yazan faaliyetlerin kapsamında olabilir, net bir şey söyleyebilir miyiz?
İşte burada, Yargıtay diyor ki, Türk Ceza Kanunu 312’nci maddesindeki “Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti’ni ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs” suçu, Anayasa’nın 14. maddesindeki durumlardan biridir; ben buradan bu sonucu kendim çıkarabilirim.
Anayasa Mahkemesi de diyor ki, 14. maddenin kapsamına giren durumlar net değildir. TBMM, bir kanun çıkararak bu durumları somutlaştırmalı; benim keyfiyetime bırakmamalıdır. Çünkü ben bir mahkemeyim ve kanun koyucu gibi davranamam.
Üstelik bunu ilk defa da söylemiyor. AYM, eski tarihli kararlarında da ortaya koyduğu tespitleri tekrarlıyor.
Neden böyle söylüyor?
Çünkü Anayasa’nın 13. maddesi, temel hak ve hürriyetlerin ancak ve ancak kanunla sınırlanabileceğini söylüyor.
Hatta söz konusu 14. maddenin devamında da “Bu hükümlere aykırı faaliyette bulunanlar hakkında uygulanacak müeyyideler, kanunla düzenlenir” hükmü yer alıyor.
Kanunililk ilkesi, temel hak ve hürriyetlerimizin en büyük güvencesidir. Bu sebeple, kanun koyucunun dışında bir iradenin temel hak ve hürriyetleri kısıtlaması, hukuk devleti açısından büyük bir tehlike oluşturur.
İşte, mahkemeler arasındaki uyuşmazlığın konusu bu.
Utanç verici
Ancak hukuki açıdan utanç verici olan husus, bu uyuşmazlık değil.
Pazar günkü yazıda detaylıca anlattığım için burada detaylandırmadan kısaca söyleyeceğim:
AYM kararlarını beğenmeseniz de eleştirseniz de hatta bariz bir şekilde yanlış olsalar da bu karara uyulması gerekiyor. Anayasa Mahkemesi kararının herkes için bağlayıcı olmasının sonucu budur. Aksi, Anayasa’ya aykırılık oluşturur.
Bu Anayasa’ya aykırılığın yanı sıra, bir de Anayasa Mahkemesi’ni suçlayan ifadelerle kararının uygulanmaması ve Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunulması utanç vericidir.