Aslında neyi savunuyoruz?
Önce bir karar verin. Demokrasinin peşinde, aradığınız şey o mu; yoksa, Mursi’nin (İhvan’ın) İslamcı siyaset üreten ideolojisinin peşinde misiniz?
Eğer meydanlara çıkanlar, cami önünde bildiri okuyanlar ve en mühimi de “zulüm” meselesini hutbe yaparak Cuma günü cami cemaatine hükümet ağzı ile okutanlar, demokrasinin peşindeyseler ve bunda da samimiyseler, aradıkları kişi Hz. Musa olamaz. Hele Başbakanın aradığı kimse kesinlikle Musa olamaz. Çünkü Başbakan’ın pek çok uygulamasıyla yarattığı mağduriyetler zaten bir Musa’yı aratacak niteliktedir.
Hapishanelerden yükselen “haksızlığa uğradım. Hak etmediğim cezayı aldım” diyenlerin tamamı, kurşuna dizilmeden öldürülenlerin varlığını gösteriyor. Keskin nişancılar yerine taraftar ve önyargılı gazetecilerin vurduğu masumlar ordusunun ahvalinden söz etmeyerek Sisi’nin kendi halkını kurşunlatmasını lanetlemek, gerçekte değil görünürde masumiyeti savunmaktır. Hâlbuki asıl olan Allah’ın zulüm ayetlerini görmezden gelmeyip, çığlıklara kulak tıkamadan, mahkeme olmadan mahkûm etmemektir.
Türkiye’de Diyanet dâhil hiç bir dini kurum, cemaat, tarikat ve İslami kimlikli kanaat topluluğundan Irak’ın işgalinde Amerika’nın katliamlarına karşı aykırı bir ses duymadık. Suriye’de birbirini kıran “Allahuekber” nidalarıyla birbirinin kanını akıtanlara karşı da en ufak bir ses duymadık. Aynı grupların İhvan’a gösterdiği hassasiyeti, öteki din kardeşlerinden esirgedikleri gün gibi ortadayken şimdi birden bire ortalığa çıkıp insan hak ve hürriyetlerinden, Kur’an’da Allah’ın zulmü nasıl yasakladığından söz etmeleri nasıl bir idrakin sonucudur? Keza, kan gölüne dönen Türkiye’de terörün açtığı gedikten akan evlatlarımızın kanları karşısında Diyanet İşleri Başkanlığı’nın dün yayınladığı “Zulüm” konulu hutbe benzerine hiç rastlamadık. Hükümet ağzıyla camiyi politik gelişmelerin merkezi haline getiren Diyanet İşleri Başkanlığı resmen Mısır politikasını camiye taşımıştır.
Elbette her namuslu vicdan zulmü lanetleyecektir. Mazlumu savunacaktır. İşte bunun için itikatta Müslüman olanların, siyasette demokrasi istediği bir İslam dünyası sorunu var. Siyaset, insan hakları ile sınırlamazsa ve kendini yükümlü hissetmezse adına istediğiniz kadar İslam koyun onun adı aslında zulümdür.
Demokrasi denen yönetim şeklinin özünde insan hakları vardır. Demokrasi, kendini insanlara ve halka karşı sorumlu hisseden, devlet gücünü bu taleplerin çerçevesiyle hem sınırlandıran ve hem de bu talepleri yaşatmakla görevli sayan yönetim düzeni kurmaktadır. İnsanlık, hukuk devleti ve insan haklarına dayalı, seçme özgürlüğü veren bir siyasal yönetimle ancak padişahların, kralların, tiranların, tek partici oligarkların tahakkümünden kendini koruyabilmektedir.
Eğer Mursi’nin iktidarı bunları sağlıyorsa, ideolojisini bunun üzerine kurmuşsa, Allah’ın istediği zulüm düzeni yerine hukukun üstün olduğu adalet düzenini kurmuş demektir. Yok, eğer, “Ben iman jandarmasıyım. Allah’ın kulları üzerinde yönetme hakkım varsa onları dilediğim gibi herkesi denetler hayatlarına karışırım. Neyi nasıl yapacaklarına ben karar verim. Nasıl yiyip içeceklerine, nasıl gezip dolaşacaklarına ve elbette özel yaşamlarına müdahale ederim. Çünkü Allah böyle istiyor” diyor ve bunları yapıyorsa, kimse kusura bakmasın, o kendini -haşa- Allah’ın yerine koymuş, bir ahiret görevlisi gibi görüyor demektir. Böyle bir siyasal düzen kesinlikle özgürlük üretmez ve adı bir çeşit İslami zorbalıktır.
Bu sebeple Mursi’yi savunanlar, gerçekte neyi savunduklarını açıklamalıdırlar.
Bütün bunlara rağmen, Mursi’den hareketle darbeleri meşrulaştırmak da doğru değildir. Mısır gibi demokrasi geleneğinin hiç yeşermediği ülkelerde, ister istemez tek biçimci, tek sesli ve tek belirleyici yönetimlerin ortamından doğan siyasal kültür, katliam üretecektir. İşte üretti ve kendi halkını kırıp geçirdi.
Türkiye, bu açıdan farklıdır.
1808’de Sened-i İttifak’la başlayan merkezi yönetimin yetkilerinin sınırlandırılması, ardından padişahlığın yavaş yavaş hukuk devletine evrilerek Tanzimat’la, başta devlet bürokrasisi olmak üzere yönetmeliklerin ve kanunların, kimin neyi nasıl yapacağını hem sınırlandırması ve hem de düzene koyması bugünkü siyasal kültürün doğmasında etkili olmuştur. Türkiye, İslam ülkeleri içerisinde siyaset felsefesi ortaya koyan ve tartışan bir ülkedir. Türkiye darbeleri yaşamış, ancak tüm darbeler olumsuzluklar üretmesine rağmen, siyasal düzeni en geriye götürmemiş, yine demokrasiye bağlayarak siyasal hayattan çekilmiştir. Mısır’ın öğreneceği daha çok şey var.