Asıl sorun iktidarın kendisi
Hiç oralı olmuyor ve üzerine alınmıyor. Sanki Türkiye’yi O değil de, muhalefet yönetiyor. Ortalık toz duman olmuş, memleketin her köşesi bil fiil çatışma ortamına dönmüş, bölücüler, demokrasi diye diye, her gün polisle çatışıyor, çocukları sokağa salıyor, ellerine verdikleri taşlarla şehirleri yaşanmaz hale getiriyor, Başbakan hedef olarak muhalefeti gösteriyor.
Vallahi pes doğrusu!
Türkiye’yi referanduma götürecek Meclis gücünü kendinde bulan bir hükümetin sokakları yönetememesi kadar vahim bir şey olabilir mi? Benim ülkemde oluyor.
Neden?
Çünkü kılavuzu milli değil. Kılavuz başkası olunca hesaplar kâğıt ürendeki gibi olmuyor.
Son kamplaşmalar gösteriyor ki, Türkiye her gün yeni bir gerilimle iç çatışmaya yaklaşabilir. Aynı anda pek çok vilayette istenmeyen bu tür çatışma sahneleri yaşanabilir.
Erdoğan hükümetinden önce, Türkiye’nin bütünlüklü kabul edilen bir toplumu ve bu toplumu tehdit eden terör meselesi vardı.
Düşman, etnik kimliği ne olursa olsun, Türk, Kürt, Laz, Çerkez herkesin düşmanı idi.
Erdoğan hükümetleriyle birlikte, bölücülük yerine Kürt sorunu geldi.
Yetmedi. Bölücülük siyasallaştırılarak meşrulaştırıldı. Bu meşrulaştırma, hükümet tarafından açıkça ilan edildi. Bu sayede sorun, milli ve bütünlüklü bir toplumun ya da ulusun değil, halkların sorunu oldu. Ulus varlığı yerine, 36 etnik parça öne çıkarıldı.
Böylece, bütünün bir parçası durumunda olan Kürtler, ötekileştirilerek “ayrık parça” haline getirilmiş oldu.
O da yetmedi. ABD’nin Büyük Orta Doğu politikası çerçevesinde, “Kürt sorununun çözümü için Kürt siyasetinin önü açılmalıdır” ilkesi kabul edilerek, bölücü siyaset Meclise sokuldu. Propaganda alanının önündeki tüm engeller kaldırıldı.
Etnik siyaset beklediği zaferi kazanmış oldu.
Bölünmeye giden yolda gedik açılmıştı. Fırsat kaçırılmadı. Bölücü siyaset, hızla örgütlendi. Mahalle, semt, köy örgütlenmeleri ile zirveye çıktı. Bundan sonrası açılan yol çok daha kolaydı. Nitekim bölücülük, yarattığı meşru zemini kullanarak, batıdan doğuya “Kürt” vurgusuyla etnik milliyetçiliğin tohumlarını ülke sathına yaydı. Artık tüm Türkiye’de gizli kapaklı yapılan PKK propagandası, açıktan yapılmaya başlandı.
AKP’nin yeni ortam düzenlemesi, beraberinde demokrasiye sürekli vurgu yaparak, kamu gücü ve otoritesini sıfırlaması, açılım politikaları ile teröristleri Habur sınır kapısında törenlerle karşılanacak kadar gevşeme ortamı yaratması, etnik bilenmeyi daha da güçlendirdi. Artık aklı başında herkes görüyor ki, ıslahatçı politikaların, Amerikancı telkinlerin bizi götürdüğü yer, geçmişte Osmanlı’da yaşadığımız parçalanmadır.
Ne hazindir ki, hükümet başkanı hâlâ, kendini kusurlu görmüyor, yanlışında ısrar ederek, ülkeyi muhalefet yönetiyormuş gibi onlara saldırıyor.
Bölücü siyaset, sürekli, “Kürtçe konuşmamız engellendi, baskı altında kaldık, Kürtler dışlandı” propagandası yapıyor. Buna rağmen, hiçbir Allah’ın kulu çıkıp da demiyor ki “Arkadaş, bak sen bu ülkenin vatandaşlarını pusudan ateş edip, mayınlı tuzak kurup vuruyorsun, sokakları yaşanmaz hale getiriyorsun, çocukları kullanıyorsun, insanların özgürce oy vermelerine mani oluyorsun. Sen en büyük baskıcı, soykırımcı, Kürt-Türk halk düşmanısın. Diyarbakır, Van ve Hakkari’deki yandaşlarınla, halkın sokağa çıkma özgürlüğünü, halka yatırım gelme yollarını kapatıyorsun. Dörtyol’a gidemeyince ’özgürlükler kısıtlandı’diyorsun, kendi yaptığını görmüyorsun. İçinde barındığın toplumun senden milyon kere alacağı var. Ey sorumsuz adamlar, söndürdüğünüz ocakların, yetim bıraktığınız öksüzlerin hesabını kim verecek?”
Ey iktidar sahipleri, yönettiğiniz ülkede, sorumluluklarınızı yerine getirmediğiniz için toplumun bölünme noktasına geldiğini anlayın artık.