Asıl fail milliyetçi partiler

Milliyetçilik tabiî midir, arızî midir? Önce bunun cevabı verilmesi gerekir. İnsan, anasına, babasına, çocuklarına, yakınlarına nasıl sahip çıkıyor, mensup olduğu ülkeyi var eden cemiyete de öyle sahip çıkacaktır. Kendisini koruyamayan, kendisine faydası olmayan/olamayan başkasını mı koruyacak, başkasına mı faydası olacak?!

Hâliyle milliyetçilik arizî değildir; tabiîdir.

“Milliyetçilik” deyince birileri neden hortlak görmüş gibi kaçışmaya başlıyor, eline geçirdiği artık dirgen mi olur, taş mı olur, ateşli silah mı olur, saldırıyor?

Saldıranlara bakmak gerek önce...

Böyle deyince... Önceki akşam KRT’de, sık görülen spiker hanım -adını bilmiyorum- “HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı” bir densizi çıkarmış, “yükselen milliyetçiliği” soruyor. Karşısındakinin ne cevap vereceği bilinen sorular sorulur mu?!

Ülkeye kastedenlerin uzantılarına asla itibar edilmemelidir. Etnisitenin değerlerini sahiplenmek başka, farklılıkları derinleştirerek ülkeye kastetmek başkadır. PKK bağlantılı, maksadı belli parti hiçbir surette öne çıkarılmamalıdır. Kim ki çıkardı ya zırcahildir ya içinde yaşadığı, nimetinden istifade ettiği ülkeye kastı vardır.

O densiz HDP’li, elbette halkın ülkesini sahiplenmesine karşı tavır koyacaktı ve koydu. İğrenç sözler etti.

Dünya solu bir yerde, Türkiye’nin solu bir yerde... Dünya solu ülkesi için yapmaya gelir, bizdeki sol yıkmaya... (Türkiye solu, dünya solu meselesine arada bir dokunurum. CHP’nin tüzüğünde “sol”da olduğu yazılıdır. Buna da temas etmiştim. “Atatürk’ün partisi” derler. Büyük çelişki. Hepsine sonra ayrıntılı gireceğim.)

***

14 Mayıs 2023 milletvekilliği ve cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra “yükselen milliyetçilik” üzerine tartışma başladı. Biz de çok yazdık. Bu sahada, söz sahibi ilim adamlarımızdan biri de Prof. Dr. A. Baran Dural’dır. İlk gençlik yıllarında Milliyetçi Hareket çizgisindeki basın yayın organlarında çalışması-yazması yanında, akademik hayatında tezleri ve sonra yayınladığı Türkçe ve İngilizce kitapları-makaleleri “Milliyetçi Hareket” ağırlıklıdır.

Prof. Dr. A. Baran Dural, “yükselen milliyetçilik” üzerine İkbal Vurucu’nun sorularını cevaplandırdı. Sonra ben de konuştum. Dün bir kısmını verdik. Bugün son bölümü okuyacağız:

- Şimdi Türkiye’de iki tane iktidar şansı bulunan, başa güreşen parti var gibi gözüküyor. AKP ve CHP’den bahsediyorum. AKP ve CHP her ikisi de tıpatıp birbirinin aynı olan iki tane son derece hantal ve iri iki parti. Büyük olmasına büyükler ama bu büyüklük azametlerinden değil, hantallıklarından ileri geliyor. Bu iki “büyük” değil ama “iri” hantal parti, diğer oyuncular olmadan iktidar olabilme yeteneğine sahip değiller. Koltuk değnekleriyle zar zor ayakta durabilen AKP-CHP ikilisi, ülkenin orasına burasına astıkları binlerce tabelaya rağmen, aslında kurumsal örgüt yapısı da göstermiyorlar.

İşte milliyetçilik tam da burada devreye giriyor. Eğer bir ülkede iki hantal-iri parti bulunuyorsa ve bunların tek başına siyaset oyununu domine etmeleri mümkün olamıyorsa, o zaman asıl fail oyuncular yani eyleyen güçler olarak, milliyetçilik- milliyetçi partiler ön plana çıkıyor. Cumhur ve Millet ittifakları da böyle yapılanıyor. Gelinen noktada AKP, MHP olmadan, CHP de İYİP ve bundan sonra Zafer Partisi (ZP) olmadan yoluna devam etme gücünden yoksun, iki iri-hantal yapı. Üstelik Millet İttifakı’na sadece Türk milliyetçiliği de yetmiyor ve dışarıdan Kürt milliyetçiliğinin desteğini sağlamak gerekiyor ki, bu da CHP’nin üzerinde, neden bu kadar kuşku bulutu gezindiğini açıklıyor. Yoksa rasyonel siyasetin hüküm sürdüğü bir ülkede, bizzat ülkeyi kuran, Kurtuluş Savaşı yürüten bir partinin, yüzde 20’leri aşamamasının, sıklıkla bu kadar kolay “bölücülük-vatan hainliğiyle” itham edilebilmesinin başka açıklaması yok. AKP’nin kendi hedef kitlesini, CHP’yi her türlü saçmalıkla hedef göstermesine karşın, rahatça inandırabilmesi ya da CHP’nin kendinden menkul bir “Ben Kemal geliyorum” sloganıyla, tabanını, gerçekten iktidar olacağına (geliyor olduğuna) bu denli inandırabilmesi Türk siyasetinin mantık dışı bir akıl tutulmasının etkisinde olduğunun somut göstergeleridir.

Sanırım şu an AKP-MHP birlikteliği şöyle bir anlaşma zemininde kurgulanmış bulunuyor: AKP 2002’den sonra, önce kendi bürokrasisine, yıllardır yetişmiş ama 28 Şubat süreci dolayısıyla fırsat bulamamış, boy boy İslâmcı kadrolarına bel bağladı. Ancak bu kadrolar o döneme dek devlete, özenle korunacak bir kristalden ziyade bir nevi dârü’l-harp yani yıkılması, fethedilmesi gereken kale olarak yaklaştıklarından, kısa süre içinde bu kadroların, devleti yönetmek bir yana olsa olsa yıkacakları gerçeğini ortaya çıkardı. AKP daha sonra belli ki çaresizlikten, çoğu yurt dışından yetişmiş kadrolarıyla kendisine göz kırpan, o yıllarda da oldukça ılımlı gözüken FETÖ’ye, devletin önemli kurumlarını teslim etmekte beis görmeyecekti. Bizzat Sayın Erdoğan’ın daha sonra açıklamak zorunda kalacağı gibi, bu İslâmcı örgüt yüzünden, “yanılacaktı-kandırılacaktı”. Devlet bürokrasisiz olmazdı. Eğer CHP bürokrasisiyle yürünmeyecekse, o zaman geride tek alternatif kalıyordu. AKP, tıpkı 7 kez iktidara gelmesine karşın, kendi bürokrasisini oluşturamayan Demirel ve son iki iktidar döneminde, artık CHP’den yeterli kadro tedarik edemeyeceği için Ecevit’in yaptığı gibi MHP bürokrasisiyle çalışacaktı.

Sonuçta AKP en çok istediği, kayıtsız şartsız kimseye hesap vermeden siyasal iktidarı elinde tutma işlevini yükümlenirken, MHP de, en tecrübeli olduğu devleti, bürokrasisi aracılığıyla koruma-kollama faaliyetini yürütecekti. Dikkat ederseniz muhtemelen kendisi de iktisatçı olan Sayın Bahçeli, Erdoğan’ın sürrealist ekonomi politikalarının sonucunu önceden kestirdiğinden ve AKP’nin hayır hasenata dayalı çizgisiyle sosyal devletin yerinin doldurulamayacağını bildiğinden, iktidar partisinin hatalarına ortak olma külfetinden MHP’yi arındırdı. Kazanılan hiçbir seçim zaferlerinden sonra, kamuoyunda oluşan beklentinin aksine, kabineye ne bakan soktu ne de kendi girdi. Böylelikle büyük ihtimalle Erdoğan ile çatışma riskinden de uzakta kaldı. Politika kendi içinde gayet çelişmez tutarlı bir politikaydı. Son derece de güzel kurgulanmıştı. Zira MHP, daha önce Süleyman Bey’in arkasını koruyup kolladığı gibi bu sefer de Erdoğan’ın arkasını toparlayarak ve devleti kendi fanusu içine alıp koruyordu. Bunu yaparken, “maaşyap” kılınmayı bekleyen, her talebi reddedildiğinde, “Siz zaten bize değil gomonistlere hizmet ediyorsunuz” diye kazan kaldırmaya meyilli, alt tabanının önemli bir kısmına da iş bağışlamış oldu.

Farkındaysanız devlet bürokrasisinin küçük orta kademelerinde işe girmek isteyenler için MHP, uzunca bir süredir İş ve İşçi Bulma Kurumu’ndan daha etkin faaliyet gösteriyor. İslâmcı kadrolar ve FETÖ başarısızlığından sonra bürokrasiye el sürmekten korkan AKP, devletin kendisine teslim edilmeyişinden ötürü, Türkler için en yüce kurumu partileştiremiyor. Yani AKP’nin bir zaman çılgınca uğruna savaştığı AKP’leştirilmiş devlet yapısı, MHP iş birliğinin ardından, siyasal iktidar açısından ulaşıldıkça ulaşılmaz bir düş hâline geliyor. Üstelik MHP bürokrasisinin elastikiyeti sebebiyle, olası bir iktidar değişikliğinde, aynı kadrolara eklemlenecek, kızaktan geri çağılan CHP bürokrasisinin de katılımıyla, ülke yeni rotasına kolaylıkla eriştirilebilir. Çoğu siyaset bilimcinin görüşlerinin tersine, “O gün gerçekten trafik polisinin bile” farklı davranmaya başladığı görülebilir.

Her seçimde oyunun düşeceği, hatta baraja gömüleceği varsayılan bir parti olan MHP, ortada somut bir siyasal program öne sürmemesine rağmen, milliyetçiliğin amiral gemisi unvanını korumayı başarıyor. “Restorasyon döneminin” lideri olan Erdoğan, bürokrasiyi düşünmediğinden siyasal hedeflerine odaklanarak, II. Meşrutiyet- Kemalist Devrim gibi ülkenin nefesini açan tarihsel olaylarla yıldızı barışmayanların, bu devrimler sonucu konum-güç kaybedenlerin kahramanı olmayı sürdürebiliyor. Yani genel olarak, Rumelili aydınlanmaya Anadolulu- muhafazakâr politikalarla itiraz edenlerin “öcü” alınıyor. Erdoğan da bu politikasıyla, daha şimdiden, ülkenin kurucusu Atatürk’ten sonra, “restorasyon”un lideri olarak, adının yanına, ikinci adamlık sıfatını yazdırmayı başarmış görünüyor.

Yazarın Diğer Yazıları