Âşık Daimî ve sanatı
Âşıklar, kökleri İslamiyet'ten önceki Orta Asya Türk kültürüne dayanan ve değişik Türk kavimlerinde farklı adlarla bilinen halk sanatçılarıdır. Türk tarihinin ilk dönemlerinde şaman, kam, baksı, ozan gibi adlarla anılan âşıklar, yaşadıkları dönemde bulundukları toplumun sosyal olaylarını şiirlerine işleyerek dile getiren saz şairleridir. Göçlerle Anadolu'ya gelen Oğuzlar, ozanlık geleneklerini de birlikte getirmişlerdir. Ozanlık geleneği, 15.Yüzyılın sonlarında yerini âşıklık geleneğine bırakmıştır. Anadolu'da da âşıklar toplumsal birlikteliği pekiştirmek, insanları aynı duygu çerçevesinde birleştirmek ve sözlü mirası gelecek kuşaklara aktarmak açısından önemli bir misyon üstlenmişlerdir.
Orta Asya'dan başlayarak Türklerin Anadolu'ya gelmelerinden sonra Balkanlar'a kadar uzanan coğrafyada âşıklık gelenekleri yaygınlaşmıştır. Bu gelenekler aslında âşıklık kültürünün önemli ögeleridir. Anadolu'da âşıklık geleneği kendi içinde usta-çırak ilişkisiyle yetişen âşıklar, badeli âşıklar ve badesiz âşıklar gibi farklı yetişme biçimleriyle günümüze kadar varlığını sürdürmüştür.
01 Ocak 1932'de İstanbul'da dünyaya gelen Âşık Daimî'nin asıl adı İsmail Aydın'dır.
Erzincan'ın Tercan nüfusuna kayıtlı olan Daimî'nin babası ve annesi amca çocuklarıdır. Her iki dedesi de âşık olan Daimî Her iki dedesinin de saz şairi olmasının etkisiyle küçük yaşta bağlama çalmayı ve âşıklık geleneklerini öğrenmiştir. Daimî'nin mahlas alışı ile ilgili iki değişik görüş bulunmaktadır. Bunlardan biri; Daimî'nin küçük yaşta bir gece rüyasında bir pirin ona bade vermesi biçiminde gerçekleştiğidir. "Rüyada ona bâde veren pîr 'Dâim Olasın' demiş ve bundan sonra adının 'Dâimî' olduğunu belirtmiştir" biçimindedir. Diğer bir görüş de Çayırlı Başköylü Hasan Efendi ile birlikte cemlere katıldığı süreçte, bir dûvaz seslendirmesi sonucu Hasan Efendi tarafından ona "Daimî" mahlasının verildiğidir.
Daimî köyde okul olmadığı için okula gidememiş, okuma yazmayı kendi kendine öğrenmiştir. İleri yaşta aile İstanbul'a göçtükten sonra ilk okul diploması almıştır.
Aşık Daimî, Davut Sulari ile aynı ilçeden Tercan'ın Çayırlı bucağındandır. Aşık Daimî'de Davut Sulari gibi Dede ocağından gelen bir ailenin çocuğu olup Alevi-Bektaşi kültürü içinde yetişmiştir. Geleneklerden aldığı bu eğitimle beraber, Kendisi gibi Ocaktan gelen hatta Dede olmak görevini de taşıyan Davut Sulari onun asıl ustasıdır.
Usta-Çırak İlişkisiyle Yetişmesi için yeteneği olan çocuk usta bir âşığın yanına çırak olarak verilir. Bu çırak, belli kurallar çerçevesinde ustasının tüm bilgi birikiminden faydalanarak kendini geliştirir. Âşık Daimî de Davut Sulari'nin yanına çırak olarak verilmiş iki yıldan fazla ona çıraklık ederek âşıklık konusunda gerekli dersleri almış, zakir âşıklık yapmıştır. Bu yöntemle âşıklık kazanan kişiye usta-çırak ilişkisiyle yetişen âşık denmektedir. Usta-çırak geleneği içinde yetişen Daimî aynı zamanda badeli âşıklardandır. Vurduğu tezene kendine özgüdür. İyi saz çalan birisi olmanın yanında, iyi deyişler okuyan ve yorumlayan bir yanı da fark edilir. Ürettiği deyişlerle, berrak sesi, kendine özgü söylemiyle okuduğu türkülerle herkesin gönlüne yerleşmiştir.
Erzincan, âşıklık geleneğinin yaşatıldığı Sivas, Tokat, Erzurum, Konya ve Çukurova gibi önemli yerlerdendir. Erzincan yöresinde âşıklık geleneğini yaşatıp iz bırakan Salih Baba, İbrahim Hakkı, Kemahlı Tahir, Âşık Davut Sulari, Âşık Daimî (İsmail Aydın), Adil Ali Atalay (Âşık Vaktidolu), Ali Ekber Çiçek gibi âşıklar önde gelenlerden bazılarıdır.
Çoğunluğu koşma biçiminde olan şiirlerinde koşmanın dini temellere bağlı tasavvuftaki vahdet-i vücud, Alevi-Bektaşi ilkeleri ve tarikat kurallarıyla ilgili nefesleri ön plandadır.
Yetiştiği çevrenin büyük ölçüde etkisi altında kalan Daimî, Alevi-Bektaşi müzik kültürü içinde ağırlıklı olarak yer verilen deyiş ve semah ezgi türlerini önemsemiştir. Alevi-Bektaşi kültüründe müzik dinsel ve inançsal bir olgudur. Bu kültürde Tanrı'ya yakarışı ifade ve ibadet ederken müzik bir aracı olarak kullanılır. Dâimi şiirlerinde hangi konuyu işlerse işlesin Alevilik inancını esas alan unsurlar ağır basmaktadır.
Âşık Dâimî, köy hayatıyla iç içe olduğu zamanlarda tasavvufi eserler ortaya çıkarmıştır. Şehirde yaşadığı dönemlerde ise karşılaştığı sosyal ve toplumsal olaylardan etkilenerek toplumsal içerikli eserler de yazmıştır.
Aşık Daimî, ufkunu genişletmek ve kendini geliştirmek için Aşık Veysel, Aşık Ali İzzet, Aşık Dursun Cevlani, Aşık Davut Sulari, Aşık Beyhani, Aşık Mahzuni, Aşık Ekberi gibi tanınmış âşıklarla bir araya gelmeye, dost meclislerinde bulunmaya özen göstermiş, sohbetlerde bulunmuş ve onlarla bir çok konsere katılıp bilgi ve görgüsünü artırmıştır.
Şair Behçet Kemal Çağlar'ın radyo programlarına mahalli sanatçı olarak katılarak adını duyurmaya başlayan ve önceleri usta malı türküler söyleyen Âşık Daimî daha sonra kendi deyişlerine ağırlık vermiş, 1948 yılında "Bir seher vaktinde indim bağlara" dizesiyle başlayan ilk şiiriyle dikkatleri üzerine çekip TRT tarafından açılan sınavı kazanarak TRT belgeli halk sanatçısı olmuştur. İstanbul radyosunda sözleşmeli sanatçı olarak çalışırken aynı zamanda bir saz evi açmış bu saz evinde çok sayıda öğrenciye saz ve âşıklık dersi vermiştir.
Şiirlerinde arı, duru sade bir dil kullanan Daimî, kendi deyişlerinin yanı sıra Gevheri, Kul Nesimi, Teslim Abdal, Kul Himmet, Ali Baba, Hatayi, Pir Sultan, Kul Hüseyin, Dedemoğlu, Tamaşvarlı Âşık Hasan gibi âşıkların usta malı deyişlerini de kendine özgü söylemleriyle icra ederek dikkatleri üzerine çekmiştir.
Dâimi'nin şiirlerinde doğa ve toplumsal yaşam en canlı biçimiyle sergilenmiştir. Âşıkların önemseyip şiirlerinde çokça yer verdiği gül, gonca, leylak, çiğdem, nergis, lale, mor menekşe, gibi çiçekler Daimî'nin deyişlerinde doğada bulunduğu biçimiyle betimlenmiş, çiçeklerin bir kısmı imge olarak kullanılırken bir kısmı da doğanın bir parçası olarak yer almıştır. Daimî, dağ, vadi, ova, nehir, dere, yayla, bağ, bahçe gibi görünümleri özenle işlerken Fırat Suyu, Munzur Suyu, Ağrı Dağı, Tercan Dağı gibi coğrafi yerleri doğanın parçaları olarak ele almış ve şiirlerinde oldukça geniş yer vermiştir. Daimî'nin Tercan Dağı ve Munzur Suyu'na manevi bir anlam yükleyerek bunları kutsal gördüğü hissini uyandırdığı da sezilmektedir.
Munzur suyunun kaynağında yer alan Munzur Baba ziyareti Daimî'nin yetiştiği Alevi-Bektaşi inancı çerçevesinde nehre bir kutsallık kazandırmıştır. Şiirlerinde Fırat ve Munzur Suyu'na bu gözle bakan Daimî, suyun tasavvufta sonsuzluğun simgesi olan denizin içinde bir damla olduğunu, bu damlanın da bütün evreni barındırdığını belirtip:
Nice kabdan kaba boşaldım doldum
Karıştım denize deniz ben oldum
Damlanın içinde evreni buldum
Yine benden bana getirdi beni
gibi deyişleriyle sezdirdiği bu kutsiyeti işaret etmektedir.
Daimî'nin şiirlerinde doğa unsurlarının motif olarak yer aldığı özellikle sevgilisini güle ve sümbüle benzeterek anlattığı:
Benim yârim güle benzer
Ovada sümbüle benzer
Şakıyan bülbüle benzer
Sohbetine doyamam ki
biçimindeki deyişler görüşümüzün önemli kanıtlarındandır.
17 Nisan 1983'te İstanbul'da vefat eden Daimî'nin ruhu şad, mekanı cennet olsun.