Artık eskisi gibi olmayacak
“Bindik bir alamete gideyoz gıyamete” şarkısının sözlerini mırıldanmanın tam vaktidir. Çünkü?...
Çünkü bir yılın muhasebesinin önümüze koyduğu veriler yıkım kodlarıyla dolu.
Yeni yıla girerken basın dünyasında Aydın Doğan’ın düşüşü ile Ordunun mahrem kapılarının istenirse açılabileceğini gördük ve anladık ki iktidar gücü isterse çok şeye muktedir olabilmektedir.
Aydın Doğan kalesinin iktidar karşısında çaresizleşmesini bir kenara koyar da geriye doğru neler yaşadık ve bu yaşadıklarımızdan ülkemiz, insanımız, milletimiz ve devletimiz ne kazandı diye sorduk mu, ana hatlarıyla düzen yerine karmaşayla karşılaştığımızı söyleyebiliriz.
Koca bir yılı “Ergenekon” olayları ve tartışmalarıyla siyasetin merkezine oturttuk. Bağlı olarak önceleri ırk (etnistite) üzerine bina etmeye çalıştığımız “Kürt açılımı” geldi. Etnik bölünme siyaseti PKK’yı sokaklara taşıdı. Bir anlamda meşrulaştırıldı.
Bütün bunların temelinde tarihin en büyük dinleme sürecini yaşadık. Öyle ki dinleme süreci toplumsal korkuya dönüştü. Bu yöntemle başta yargı olmak üzere devletin önemli merkezleri iktidar erki tarafından ablukaya alındı. Ve yine ilk defa Türkiye’de yargı kurumu ile hükümet gerilimi başlatıldı.
Derken Ordu, “darbe, suikast” vb. iddialarla mahrem kapılarını açmak zorunda kaldı.
Hükümet bir taraftan yargı gücünden faydalanarak sistemle çatışıyor, kurucu değerleri sorguluyor ve dönüştürüyor diğer yandan da aynı yargıyı dinleme aracıyla kontrol altında tutuyor.
Neresinden bakarsanız bakınız AKP iktidarının gelişiyle Türkiye gerçek anlamda bir karmaşa ve bağlı olarak da dönüşüm süreci yaşıyor. Söz konusu dönüşümün temelleri ABD’nin 11 Eylül İkiz Kule saldırılarıyla başlattığı “yeni dünya düzeninin” bir parçası olarak da ilişkilendirilebilir. Adına “Büyük Orta Doğu Projesi” denilen ABD öncülüğünde bölge ülkeleri yöneticilerinin ABD ile eş başkanlık yaparak yürüttüğü proje çerçevesinde Türkiye’deki Erdoğan hükümeti bu paylaşımı gizlemeden açıkça ifade etmişti zaten. Dolayısı ile ABD ile ilişkilendirmemiz ayakları yere basmayan boş bir iddia değil tam tersine bir vakıadır.
Hali hazırda kurulu bulunan Türk devlet modelinin Osmanlı yönetiminden alınacak bazı özelliklerle bir “Ilımlı İslam devleti modeline dönüştürülmesi” sürecinde AKP, eş başkanlığını kabul ettiği uluslararası güçlerle uyum içinde ve çoğu kere onlardan aldığı destekle önemli hamleler yaptı.
2002’de iktidara geldiğinde birinci öncelikli politik gündem olarak görülen AB görüşmeleri, 2007 seçimlerinden sonra dış merkezli politikadan iç merkezli politikalara dönüşünce Türkiye kurumlar arası çatışmaların içine düşürülmüş oldu.
AKP iktidarının “Ergenekon davası” diyerek başlattığı olaylardan TSK’nın mahrem odalarına uzanan çizgiye geniş açıyla bakıldığında görülmektedir ki, değişimin sopası yargı-polis ve her ikisine bilgi ve destek sağlayan özel bir istihbarat gücünden oluşmaktadır.
Peki, tam olarak istediklerini aldı ve başardı mı? Hayır!
AKP çok istediği Osmanlı-Cumhuriyet karışımı “Ilımlı İslam modeli” dedikleri şeklin Türkiye olgusunu kuramayacak belki ama temel kuvvetleri sarstığı, özellikle el değiştirme yoluyla basını kontrol altına aldığı, TSK’yı önemli ölçüde denetime soktuğu için hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Burada en büyük sıkıntıyı “açılım” meselesinin ortaya çıkardığı sonuçlar sebebiyle yaşayacağız.
2010 yılı bu karmaşanın toplumsal hazmının sağlanacağı yıl olabilir.
Eğer derin işsizlik ve büyük ekonomik sıkıntılar olmasaydı, AKP gerçek anlamda bir iki iktidar dönemi sonrasında rejimi kökten değiştirebilirdi. Şimdi yapacak toplumsal desteğe sahip değil. Risk alanları fazlalaştı.