Arap Baharı, Türkiye savaşına döndü
Bunların “baharı”, kaosa dönüştü. “Arap Baharı” demişlerdi. Nerede bu bahar? Kalmadı. Artık kimse bahardan söz edemez. Ancak gelişmelerin seyri öyle bir noktaya vardı ki, işin ucu bize dayandı. Şimdi dünya “Arap Baharı’nı” değil, Suriye-Türkiye ikilisinin savaşıp savaşmayacağını konuşuyor.
Davutoğlu politikasının böyle sapkınlaşacağı belliydi. Aslında “Arap Baharı” cümlesindeki “bahar” yanlıştı.
Katliamlarla, iç savaşlarla, aynı toplumun insanlarının birbirine kırdırılmasına bahar denilir miydi? Denilmezdi ama bizdeki herkes bu söylemi benimsedi.
AKP hükümetinin Türkiye’yi bölgesel savaşın içine doğru çeken bu politikasına bir de uçak krizi eklendi. Böyle bir durum beklemeyen herkes şaşırdı. “Ne olacak” diyor yazar-çizer takımı. “Acaba Ruslarla da kavgalı mı olacağız. Bu süreç beraberinde derin çatışmaları doğurur mu” diyor bir başkası. Televizyonlarda tartışıyorlar.
Hükümetin, dış politikada yönetemediği gelişmeler, Arapların, dünyanın ve insanlığın sorunu olmaktan çıktı. Türkiye’nin en temel sorun haline getirildi. Tayyip Erdoğan Hükümetinin bu hatasının sonuçları da oldukça ağır. Irak savaşında olduğu gibi Suriye açmazında da ekonomik kayıpları olan biz olduk. Yetmezmiş gibi tarihsel ve siyasal sorunları derinleştiriyoruz. Böylece uzun yıllar devam edecek yeni sorunlu alanlar oluşturmuş olacağız.
Dikkat ederseniz bölgesel krizin insani boyutunu Batı sahiplenmiyor. Binlerce mülteci Özal dönemindeki gibi yine Türkiye’nin sorunu haline geldi. Türkiye, bu konuda ne BM’den, ne de sorunun en temel kaynağı Büyük Orta Doğu Projesi’nin asıl sahibi olan Amerika’dan destek görüyor. Batı’nın ve Amerika’nın desteği lâftan ileri gitmiyor. En çok kurulan cümle şu, “Türkiye’nin yanındayız. NATO duruma hazır. Türkiye haklıdır.” Bu kadar. İş bu haklılığın pratiğine gelince “acele etmeyin. Sabırlı olun” tavsiyeleri geliyor. Yine dikkatinizi çekerim bu tavsiyeler bile asıl gerçekliği açıklamaya yetiyor. “Bekleyin acele etmeyin” söylemi “biz bekleyelim” anlamını içermiyor. “Sen bekle” anlamını içeriyor. Demek ki bekledikten sonra elini taşın altına koyacak olan yine Türkiye.
Rusya krizinde de durum aynı. Hâlbuki Rusya krizi çıktığında ne ABD ne de AB “haklısınızın” ötesine geçerek, fiili bir katkı sunmayacak. Türkiye’yi yönetenler ise Suriye krizinin bir ucunu, Orta Doğu’dan Kuzey Kutbu’na taşımış olacaklar.
“Arap Baharı” diye Tunus’tan başlayan/başlatılan krizin içine sokulan Türkiye’nin Suriye meselesinde ABD tarafından sözle desteklense bile fiilen desteklenmediği bir ortamda krizin alanını genişletmek ne derece Türkiye’nin çıkarınadır diye sormak hakkımızdır.
Başbakan, Suriye’den göç edenlerin sayısının 100 binleri bulduğunu söylerken ortada ne Birleşmiş Milletler’i ve ne de ABD’nin etkili gücünü görüyoruz.
Dikkatinizi çekiyor mu bilmem. Mültecilere bakmak, karınlarını doyurmak işi de Türkiye’nin zorunlu görevi oldu. Savaşıp Orta Doğu’ya düzen vermek de Türkiye’nin görevi. Rusya ve ileride daha başkaları ile çıkacak krizleri yönetmek de Türkiye’nin görevi olacağına göre “Arkanızdayız, yanınızdayız, NATO hazır, siz daima haklısınız. Biz sizi destekliyoruz. Tam ardınızdayız, yürü aslanım” demek de elbette ABD ve ekibinin görevi olacak tabii.
İslam toplumları birbirini kıracak, ötekiler teftiş edecek. Onlar hep kazanacak, sen sürekli kaybedeceksin ama küçük zaferlerden büyük kahramanlık hikâyeleri uyduracaksın. Böylece yalandan kendini avutacaksın.
Bu durumda operasyonsal basınımızın da bu gelişmelerde payı olacak elbet. Sınırdan kaç topa karşı, kaç top atışı yapıldı sayılıp, çetelesini birilerinin tutması lazım. Bu görev de öncü basınımıza düşer tabii.
Buyurun size AKP’nin oluşturduğu yeni Türkiye modeli.