“Ağadayılık” politikası her yerde
Emek ucuzladı, insan gücünün önemi kalmadı. Sendikacılığın taşeronların dünyasında sonu geldi. Artık “ağadayılık” sistemi çalışma hayatını ve AKP siyasetini yönlendiriyor.
Bütün bunlar Türkiye’nin “muhafazakarlaşma” sürecinin beraberinde getirdiği ayrık bir parça. Türkiye’nin öteden beri sürüp gelen yerleşik düzeninin içine yerleştirdiği neoliberal yaşam biçimi.
AB standartlarına yönelerek sosyalleşmeye ve aynı zamanda kendini dönüştürmeye çalışan Türkiye, AKP iktidarının üçüncü evresiyle neoliberalizmi kendi öznel gerçekliği içinde yeniden yorumlayarak Türkiye’ye has “muhafazakârlığın” AKP yorumuna terk etti. Böylece ortaya gelişmiş ülkelerde olmayan ve fakat Türkiye’de özelleştirmelerden doğan boşluğu dolduran bir çalışma düzeni çıktı.
“Ağadayılık” düzeninin bir üst uygulaması ve yorumu, siyasi bağlamda AKP yönetiminin kendi içinde de var. Düzen kurucu olarak iktidar partisi, siyasal pratiğin tüm katmanlarına bu yapıyı yerleştirmiş durumda.İl ilçe teşkilatlarının sorumlu oldukları resmi devlet dairelerindeki işler bu kimseler tarafından yönetiliyor. Diyelim ki milli eğitimde bir işiniz var. Bunu herhangi bir AKP’li halledemiyor. Önce parti görevlisi “ağadayıyı” bulacaksınız ve sorumlu olduğu konuda kendisinden yardım isteyeceksiniz. İşe girecekseniz de böyle.
“Türkiye’de gerçek demokrasi yok” diyorsak bir nedeni de budur. Elbette başka nedenleri de var.
Madendeki “ağadayılar” işçilerin hayatını yönetiyor ve her şey iki dudağın arasında. Partidekiler de öyle. Mesele hukuktan çok keyfiyete bağlı. Adam ya da adamlar tamam diyorsa mesele yok, demiyorsa ortada görünme yönetim biçimi bu.
İşte bu sebepledir ki Türkiye’de asıl sorun AKP ve onun beraberinde getirdiği politik düzendir. Bu düzen, hukukun üstünlüğü yerine kişi ya da kişilerin üstünlüğünü öne çıkarmaktadır. Ölçüler hukuka ve standartlara göre değil, “arkamızda seçmen var. Biz milli iradenin gücüyüz” mantığına göredir.
Yoz demokrasi, olması gereken standartların altına düşerken, bir taraftan “ekonomide G-20’lerin içindeyiz” söylemi önemli bir çelişki oluşturuyor. Türkiye, fiziksel olarak irileşirken, insan haklarında, demokratik özgürlüklerde, hak ve hukukun işlerliğinde geriliyor. Bu durum çok zengin olduğu halde okuma-yazmada geri kalmış adamın durumuna benziyor. Zenginliği kadar sosyal yönden gelişmeyen, edebiyat, şiir, musiki, felsefe bilmeyen kimsenin davranışları elbette eski kabalığında olacaktır. Hatta paranın verdiği güçle şımaracaktır da. Tıpkı AKP’lilerin çoğu davranışları gibi.
“Gelişti” denilen Türkiye, Soma gerçeğinin önümüze koyduğu real gerçekle çok daha iyi anlaşılmıştır. Soma bize içinde yaşadığımız düzenin acı ama çok net bir fotoğrafını sundu.
Ülkeyi yönetenlerin ortaya koyduğu yeni düzenin temel gerçeği, uluslararası standartlara uymayan, bunları hiç görmeyen, hatta kendince yeni düzen geliştiren, insan ömrünü, emeğini çalma pahasına “bol üretimle” övünen bir düzen. İstiyorlar ki neoliberal politikalara kimse itiraz etmesin. Baştakiler, insaf ettikçe aşağıdakilere lütfetsin ve aşağıdakiler yukarıdan lütfedilen bu nemalara şükürle yaklaşsın. Hak, hukuk, ölçü, gelir düzeyinin düşüklüğü, kısacası gelişmiş ülkelerde her ne varsa bizde sadece lütufla olsun. Bir çeşit sadaka, yardımlayönetim felsefesi bu.
Ama başkalarında denetim var. Düzen var. Özgürlük, sendikalaşma, hak arayışı, kanunların kendilerine verdiği yetkiler var.
Lütuf ve şükür düzeni kurmak anlayışı olmasa Hollanda’da okumuş, bir başbakanlık görevlisi sokaktaki hak arayan işçiyi polislerin arasında niye tekmelesin? Başbakan sıradan insanların üstüne neden yürüsün?