70’lerden 2024’e

Türkiye’de 1970’lerden 90’lara kadar siyasi tartışmaların odağında “Düzen” kavramı ve bağlı olarak “Siyasal sistem” tartışmaları vardı.

Erbakan, “Adil düzen” diyor, mevcudunu adaletsiz olarak anlatıyordu.

Ecevit, “İnsanca, hakça bir düzen” diyor, eşitlikçi, emeği öne çıkaran bir düzenden söz ediyordu. Hâliyle Ecevit de mevcut düzenin insanca olmadığını, hakça davranmadığını anlatıyordu.

Türkeş, “Milliyetçi Türkiye” derken aynı zamanda millî çıkarları öne çeken, toplumsal menfaati bireysel çıkarın üstüne taşıyan bir düzenden söz etmekteydi. Hiç şüphesiz bunu yaparken mevcut sistemin yeterince milliyetçi olmadığını, milletin menfaatlerini, çıkar odaklarından önceye almadığını söylemiş oluyordu.

12 Eylül darbesi ve sonrasında ekonomiye yönelik olarak alınan 24 Ocak kararlarıyla birlikte, Türkiye’nin yörüngesi küresel sisteme kaydı.

Uyumlulaşmıştık.

Buna entegre olmak diyorlar.

Şimdi şu anda, Türkiye ekonomisi, doları tartışıyor. Şüphesiz bu tartışmanın nedeni Özal'ın ekonomiyi düzeltmek amacıyla aldığı 24 Ocak kararları değil, lakin büsbütün de ondan bağımsız değil.

Yeni ekonomik sistem ve beraberinde gelen siyasi gelişmelere paralel olarak Türkiye’nin başında; enerjisini boşa çıkarması, gücünü kendi içinde birbirine karşı tüketmesi için, hiç bitmeyen iki önemli problem vardı. Biri Kürtçülük ve onun amaçlarını gerçekleştirmek için iç ve dış destekli PKK, diğeri, siyasi ideolojilerin kan dökücü amansız mücadelesi.

Siyasi Kürtçülük, Osmanlı’dan kalan, Atatürk döneminde bile ara vermeyen, Şeyh Sait ve Tunceli isyanlarıyla devam eden bir mirastı. Bastırıldıktan sonra, yan yollara saptı. Bir bölümü İslamcılık, diğeri sosyalizm üzerinden, militarizme dönüştü. PKK ve Hizbullah ortaya çıktı.

Terör, neredeyse bir buçuk asırdır sürüyor ve Türkiye’nin enerjisini tüketiyor. Askerî, siyasi ve bütün bunların parasal karşılığı olan ekonomisi üzerinde ağır bir yük olmaya devam ediyor. Bölgesel yatırımları, sanayileşmeyi, ekonomik kaynakların terör yerine başka iyi amaçlar için harcanmasına mani oluyor.

İnsan kayıpları da cabası.

Bu arada şunu hatırlatmak lazım: İnsan kayıpları, toplumsal yarayı taze tutuyor.

İdeolojiler ise, 12 Eylül’den sonra kısmen ayrımları netleştirerek farklı caddelere yöneldi. Böylece önceden de varlık gösteren kimi ayrımlar iyice netleşti ve farklı kimliklerle kendini tanımladı.

Solun bir kısmı milliliği, Atatürk aydınlanması ve modernleşmesi bağlamında, seküler dünya düzenini seçti. Bunlardan bölücü sol, ayrılıkçı/ Kürtçü milliyetçilik yapıyor. Aynı zamanda PKK/PYD terörizmiyle Türkiye’ye karşı açıktan silahlı mücadele yürütüyor. Diğerleri kaldığı yerden Marksizm temelli düzeni savunarak yoluna devam ediyor.

Solun terörist kolu olan DHKPC ise uluslararası kapitalizmin silahlı taşeronu olarak şimdilik sinmiş görünüyor.

İslamcı kanat, “Adil düzen” söylemiyle yetişti, Erbakan ile iktidar olduysa da devletin resmî kurallarıyla çatıştığı için 28 Şubat Postmodern darbesiyle iktidardan çekilmek zorunda kaldı. Ancak bu darbe, sadece kurulu sisteme (düzene) zarar vermedi. Aynı zamanda darbecilerin savundukları siyasal sistemi krize sürükledi. Sonunda partiler dağıldı, yeni partiler kuruldu. İktidarlar gidip geldi ve derken, darbecilerin ideolojik karşıtı olarak yeni kimlikle ortaya çıkan AKP, iktidar oldu.

Beraberinde, Gülen Cemaati, -kendi söyleyişleriyle- “Devletin kılcal damarlarına kadar sızdı.” Sonucu biliyorsunuz. 15 Temmuz darbe girişimi.

Böylece Türkiye, teröre kurban verdiği binlerce evladına, bir de tarikat ve cemaatlerin zihinlerini teslim aldığı yine binlerce genci ilave etmek zorunda kaldı. Olayın ekonomik faturası ayrı. Buna bürokrasiye yansıyan faturayı, torpille yahut torpilsiz; eğitilmiş insan kaybını, beyinleri/ zihinleri çalınmış insanların (iş gücünün) heba edilmek zorunda kalınışını ilave etmek lazım.

“Türkiye bu olaylardan ne ders aldı” derseniz, çok ders almış gibi görülmüyor derim. Çünkü “Adil düzenciler” adaletsiz düzen kurdular. “Milliyetçi Türkiye” diyenler, millî menfaatleri unuttular. İktidarın bütün yanlışlarını mecliste onaylıyorlar. Ortaya çıkan suçlamaları aklıyorlar. Millet, onların iktidarında kan ağlıyor.

Emekliler 10 bin liraya zam yaptırmak için yürümek zorunda kalıyor. Daha da beteri, hâlen daha “zorbalıkla, silahla, vurmak kırmakla” anılmaktalar ve bundan da utanmıyorlar.

Kemalist solculara gelince, iktidar olduklarında “İnsanca, hakça bir düzen” kurabilecekler mi bakacağız. Tabii millet izin verirse.

Yazarın Diğer Yazıları