3 Mayıs’ın anlamı
Birinci Dünya Savaşı’nda Naziler yenildiler; kuzey komşumuz Ruslar galip geldiler. Ve homurtuları başladı. Turancılar Rusları rahatsız ediyordu. Sovyetler Birliği’nin başında öyle bir diktatör var ki... Stalin’den tedirgin olmamak mümkün değil. (Özbekistan’da, İslam Kerimov, 1930’larda Stalin’in emriyle öldürülen Türk aydınları için, 2000 yılında, Taşkent’te, Bozsu kenarında “Yadgârlık Hatırası” diktirdi. 2001 yılında da müze kurdurdu. Stalin’in katlettirdiklerine “Katagan Şehitleri” deniliyor. Bu müzeyi gezmiştim. İnsanın içi burkuluyor. Geçmişte Sovyetler’den medet ummuş, komünistlik iddiasında olanları, Taşkent’e götürüp bu müzeyi gezdirmek gerek!)
Stalin’in gözü Türkiye’nin üzerinde. Türkiye’nin fizikî görüntünün altındaki derin anlamı düşünmelisiniz. Türkiye’de Türk milliyetçiliği güdenlerin aklının bir tarafında dünya Türklüğü yatar. Dünya Türklüğünün kahir ekseriyeti de Sovyetler Birliği sınırları içinde, boyundurukta.
Nihal Atsız korkusuz. İstanbul Edebiyat Fakültesi’nde Mehmet Fuat Köprülü’nün asistanıydı. Asistanlıktan atılacağını bile bile, 1932 temmuzunda Ankara’da toplanan Birinci Türk Tarih Kongresi esnasında, Zeki Velidi Togan’a Dr. Reşit Galip’in yaptığı “haksız hücum” üzerine, içerisinde ileride ikinci eşi olacak Bedriye (Atsız) ile Pertev NailîBoratav’ın da bulunduğu 8 arkadaşıyla, Dr. Reşit Galip’e “Zeki Velidî’nin talebesi olmakla iftihar ederiz.” diyen bir protesto telgrafı çekmiştir. (Sonra Boratav’ın safı değişecek; o da 1940’lı yılları sonunda DTCF’den atılacaktır!)
Atsız’ın “Türkçülüğe Karşı Haçlı Seferleri” kitabını okumak lâzım. Kitabında diyor ki:
“Kendilerini dünya zevklerinden mahrum ederek kendisinden çok sonrakilerin bahtiyarlığı için didinen ve ’deli’veya ’kaçık’denilen insanlar gerçek insanlardır. Hayvanlar gibi yalnız ’tegaddî’ve ’tenasül’ü düşünen, bu ikisinin dışında ise ancak rahatına bakan insanlar, hayvanlaşmış kişileridir. İnsanla hayvanın farkı şuradadır ki: İnsan, bir düşünce veya ülkü için hayatını verebilen yaratıktır. Hayvan ise yalnız menfaati için boğuşabilen bir canlıdır.”
1944’e adım adım gelinmiştir. Atsız, 1935’de “Komünist Don Kişotu Proleter-Burjuva Gospodin Nâzım Hikmetof Yoldaşa” broşürünü yayımlar. Kendi ifadesiyle “Bu broşür, Nâzım Hikmetofa anlayacağı dille verilmiş çok sert ve hatta kaba bir cevaptı” .
N. Hikmet tarafından değil, “hükûmeti tahkir” iddiasıyla o zaman Adliye Vekili olan Şükrü Saraçoğlu tarafından mahkemeye verilir.
Sonra Başavekil olan Saraçoğlu’na, devlet kademelerinde himaye görmelerine karşı iki mektup yazar ve kıyamet bundan sonar kopar. Atsız’ın 3 Mayıs 1944’te, Ankara’da mahkemeye çıkarılması... Üniversite gençliğinin büyük desteği... Ardından gelen tutuklamalar. Yakın tarihi bilmeliyiz, diye sık yazarım. Hatırlatmak istedim.
(Not: Bu mücadele dönemi ve Atsız hakkında belgelerle ayrıntılı çalışma bu yıl başında yayınlandı: Nergishan Tekin, Nihal Atsız, Kariyer Yay., 0212 5169984).
(Mektep arkadaşlarım, 12 Eylül öncesi “gazileri” DTCF’liler bu yıl 3 Mayıs’ta toplanma yeri olarak Adana’yı belirlediler. Ancak vakit darlığından katılamıyorum. Bütün arkadaşlara selâm.)