28 Şubat öncesi kendisi ve sonrası
28 Şubat önemli bir tarihsel dönüşüme işaret ediyor. Öyle ki yakın dönem tarihini 28 Şubat öncesi ve sonrası diye ikiye ayırabiliriz. 28 Şubat öncesi, iktidar dâhil PKK ve dini cemaatler açısından “vesayetçi” bir dönemdir ve dolayısı ile onlara göre her şey, bir üst gözün kontrolünde gerçekleşiyordu. Özgürlükler en aza indirilmiş, Türkiye’de insanların rahatı yoktu.
Katı bir Kemalizm egemendi.
Bu ideolojik yapının duvarlarını aşarak, iman hamlesini iktidara taşımak mümkün değildi. Öyle olduğu içindir ki her on yılda bir darbeler başımızdan eksik olmuyordu.
28 Şubat sürecinin kendisi ise, tahammül edilemeyen dindar iktidara karşı ordunun ve zinde Cumhuriyet güçlerinin en son hücum gününü anlatıyor.
Neler çekmişlerdi. Devletin ceberut yüzünü işte o zaman anlamışlardı. Hâlbuki kendileri öyle miydi? İman abidesiydiler. Dillerinden Allah, billah düşmüyordu. Yüreklerinde İslam’ın yumuşaklığı ve imanın getirdiği yüce adalet duygusu vardı.
İddiaları buydu.
Peki, 28 Şubat sürecinin sonunda olup bitenler neydi?
Önce siyaseti parçaladı 28 Şubatçılar. Özellikle Milli Görüşçüleri ayrıştırarak bir yere varacaklarını sandılar. İslamcıları kendi içlerinde bölerlerse rejimi kurtarabilirlerdi.
Olmadı.
Abdullah Gül, Tayyip Erdoğan, Bülent Arınç gibi Milli Görüş’ün ağır topları “yenilikçiler” adıyla partilerinden koptular ve AKP’yi kurdular.
Bu durum, 12 Eylülcülerin yarattığı 4 eğilimli ANAP gibi geleneksel merkez sağın yerine yeni bir siyasetin ikamesiydi. Çünkü 28 Şubatçılar geleneksel merkez sağın en önemli kurumu olan DP-AP-DYP geleneğini sona erdirmişlerdi.
Bu yaptıkları, doğrudan kendilerinin değil ama o tarihlerde alt kadrolarda görev yapan ve ileride yetkili makamlara gelecek olan subayların, -AKP-cemaat çevrelerinin söylemiyle- “vesayetçilerin” sonu olacaktı. Yeni Türkiyeciler yine yapanların itiraflarıyla açıklandığı gibi “orduya kumpas kuracaktı.” Sahte belgelerle, özel mahkemelerle, derin dinlemelerle yüzlerce subay, astsubay hapse tıkılacaktı.
Haksızlıkla, baskıcılıkla, zorbalıkla ve darbecilikle suçlananlara rahmet okuttular. Tüm iddialarını ters yüz ettiler. Öyle ki haksızlık, karalama, sahte evrak düzenleme gibi -bırakın dinî- insanî ve ahlakî hiçbir kurala uymayan işler yaparak, hukuku hiçe sayarak, “zorba” olarak suçladıkları kimselerin hem ahlakî, hem siyasî ve hem de özgürlüklere müdahale bakımından açık ara gerisine düştüler. Üstelik onları, maşeri vicdana sığmayan hükümlerle tutuklayıp içeri attılar.
28 Şubat sonrası, bu olanlardan başka bize ne getirdi?
AKP, parti diktatörlüğü getirdi.
Daha sınırlı, daha çok iktidar kontrolünde basın getirdi.
Halen tartıştığımız yağma ve soygun iddialarının ayyuka çıktığı dönemi getirdi.
En son internet yasaklarını ve % 58 milli iradeyle,(referandumla) getirilen HSYK’nın Adalet Bakanlığı’na bağlandığına şahit olduk.
Böylece dindarım diyenlerin zalim olabileceklerini öğrendik.
Dindar geçinenlerin insanların mahremine girebileceklerini, dinin ahlakının yerini dünyevi heva ve heveslerin alacağını kesin olarak anladık.
Ayrıca, kişisel bilgisayarlara kadar girerek, sahte belgeler yükleyip hapislere varan durumlar yaratacaklarını gördük.
Kişiye, kamuya veya başkasına ait olan arazilerin çok kolaylıkla ele geçirilebileceğini öğrendik.
Bir yağma düzeninin nasıl kurulduğuna şahitlik ettik.
Kısacası, 28 Şubatçıların tahliye, 28 Şubatçı olmayanların toptan tutuklanmasına, tüm milletvekillerinin çıkarılıp, özellikle MHP’li vekilin çıkarılmayacağına tanık olduk.
28 Şubat sürecinin Türkiye’yi, Sadettin Tantan’ın söyleyişi ile “Bir yanda cemaatler, diğer yanda AKP yandaşları ve KCK/PKK devleti” düzeyine getirdiğini adım adım izledik. Darbeleri savunamayız belki ama 28 Şubat öncesi, bunlardan çok daha adaletli, çok daha özgürlükçüydü.