12 Eylül yargılanmalı mı?
“Büyük bir utanç içindeler” diyor Arınç.
Öyle miyiz?
Kesinlikle hayır! Çünkü referandumun tek sorusu 12 Eylül darbecileri yargılansın mı sorusu değildi. Herkes biliyor ki hükümetin esas derdi yargı sistemini kendi istediği düzene sokmaktı. Ve bunun için de halkı ikna etmenin tek yolu esas konunun içine başka birkaç konuyu da serpiştirerek kendilerince hileyi şeriye yapmaktı.
Hatırlayın lütfen. Referandumda yargı meselesinin dışında kalan tüm maddelere yine bütün muhalif yazarlar peşinen evet demişlerdi bile. İsteyen o günkü gazete sayfalarına bakabilir.
Milliyetçi kesimin yargı meselesinde diretmesinin nedeni ise ne yapacağını, ülkeyi nereye götüreceğini tam olarak bilemediğimiz hükümetin eline yargı gücünün geçmesini engellemekti. Bu durum, bir önceki vesayet sisteminin kalmasına razı olmak değildi. Çünkü bir önceki yargı sistemi de mesela 28 Şubat post modern darbe sürecinde olduğu gibi, askeri gücün kontrolü altındaydı.
Güçler karşısında yargının iki büklüm oluşunu, 27 Mayıs darbesinde çok net bir biçimde görmüştük. Dönemin Başbakanı Menderes’i yargılayan hukukçular, “sizi buraya getiren güç, sizin cezalandırılmanızı istiyor” demekle tarihsel gerçeği doğrulamıştı.
28 Şubat sürecinde kurulan “Batı Çalışma Grubu”, bir dizi toplantılarla işbaşındaki hukukçulara, mahkeme üyelerine âdeta emirler vermişti. Erbakan’ın hükümetten indirilmesi, partisinin kapatılması hep bu vesayetçi yargılamanın ürünüydü.
Aynı durum, sivil hükümet eliyle yeniden inşa edilirse ne olurdu. Geçmişi “Milli Görüşe dayalı” çoğu kere “demokrasi dışı” rejimlere heveslenen kimselerin aralarında bulunduğu bu insanlar, yürütme, yargı güç birliğini ele geçirdiklerinde gerçekten sivilleşirler miydi, yoksa ceberut bir sistem mi inşa ederlerdi? İşte bu endişe, geleneksel olarak bilinen ve iktidar kesimince “vesayetçi” olarak nitelenen yargı gücünün iktidar lehine el değiştirmesine karşı durmanın daha gerçekçi olacağı kanaatini doğurdu. Çünkü yürütme ve yargı, üstüne bir de parlamenter çoğunluk, tek partide toplandığında vesayetçilikten çok daha vahim gelişmelere sebep olabilirdi.
Pek çok darbe gördük. Bu sebeple vesayetçiliği biliyorduk. Vesayetçilerin en sonunda demokratik sisteme geri döndüklerine de kaç kere şahit olmuştuk. Evet, yaptıkları kabul edilemezdi. Darbeler de ülkeye zarar vermişti. Lâkin en azından demokrasimiz her seferinde geriye geliyordu. Peki, AKP, tek partili, teokratik sistem inşa eder ve daha kalıcı ve katı vesayetçi bir sistem oluşturursa ne olacaktı?
Bülent Arınç bize bunun garantisini vermezdi. Söylese bile inandırıcı olamazdı. Çünkü öz geçmişleri parlak demokrasi ideolojisi üzerine kurulu değildi. Nitekim Türklüğü dışlayan, Atatürkçü algılara savaş açan, milli bütünlükçü siyasal toplumu, 40 etnik parça olarak gören dayatmayla iktidara gelmediler mi?
Bu durumda geleneksel statükonun ne yapacağı, nerede duracağı çok açık olarak bilinirken, karşıtları ise meçhuldü. Referandumlarda ve AKP iktidarının yaptıklarına karşı duruşta hep bu meçhullük, dolayısı ile güvensizlik önemli rol oynadı. Yoksa gerçek demokrasiye milliyetçi düşüncenin bir diyeceği olamaz.
Tarafsız, salt objektif, kurumsal kimliğini siyasal etkiden kurtarmış, kurumsal kişiliğini başkalarına ezdirmeyen, varlık bilincinde olan ve kendini koruyan bir yargıya hiç karşı olamayız. Esasında aradığımız da tam olarak budur.
Bu sebepledir ki “12 Eylül darbecileri yargılanmalı mıdır” diyenlere, elbette yargılanmalıdır, hem de işkencecileri ile birlikte yargılanmalıdır derim. Ve referandumda hayır verdiğimiz için bizi kınayanlara, bizim nazarımızda güvenilir değilsiniz; kaldı ki, değerlerle değersizleri tek pakette oylatmak ahlakî olmadığı gibi, dürüstçe halka gitmek de olmamıştır cevabını veririm.