Zarrab, Türkiye'ye baskı aracı mı?
Geçtiğimiz günlerde Amerika'nın eski Türkiye büyükelçilerinin bir araya gelip "Erdoğan istifa etsin" şeklinde özetlenebilecek çıkışlarıyla Rıza Zarrab (ya da Sarraf) arasında bir ilişki var mı göreceğiz... Göreceğiz çünkü Zarrab, Amerika'da yakalandı. Şimdilik uluslararası suçlar ve kara para aklamakla itham ediliyor. Ve 75 yıl hapsi isteniyor...
Amerikan mahkemelerinin belirli şartlara bağlı olarak ceza indirimine gittiğini biliyoruz. Bunun gerçekleşebilmesi için de sanığın suçu nasıl işlediğini açıklaması ve indirimden yararlanması gerekiyor...
Eğer itiraflarla mesele Türkiye'deki 17-25 Aralık meselesine kadar gelir ve basında buna yönelik haberler yeniden alevlenirse, olayın hayır ve şer tarafını ayırt etmek için başka emarelere ihtiyacımız olacak demektir....
Zarrab turnusol gibi. Belirleyici öğe olarak siyasetin tam ortasında duruyor. Türkiye-ABD ilişkilerinde iktidar oyunlarının alacağı şekil, işleyen sürece göre ortaya çıkacaktır... Bu durumda iki seçenekle karşı karşıyayız demektir.
Büyükelçilerin söylediği gibi Erdoğan gitsin mi, yoksa Erdoğan gitmesin de korkutularak çeşitli sıkıştırılmalarla kontrol altına mı alınsın?
Bilmiyoruz...
Ama şunu biliyoruz: Eğer açıklarınız varsa ve tehlikedeyseniz, tehdide açıksınız demektir. Bu durumda tehdit edenlerin isteklerini yerine getirme ihtimaliniz artar... Tehlikede değilseniz, mesele yoktur.
14 yıldır Türkiye'yi yönetenlerin Rıza Zarrab ilişkileri bu sebepten büyük önem taşıyor.
Dikkatinizi çekerim. Zarrab meselesi, kişi ve suç meselesinin ötesinde Türkiye'yi kontrol edip etmeme meselesi haline gelmiştir. Zarrab üzerinde kurulacak bir baskı, beraberinde Amerikan isteklerinin Türkiye üzerinde gerçekleşmesi anlamına da gelebilir.
Hükümet medyasının son zamanlarda sürekli dile getirdiği bir husus var. Diyorlar ki: "Türkiye dört bir tarafından kuşatıldı. Asıl mesele Erdoğan'ı yıkmaktır." Bunu Cumhurbaşkanının geçenlerdeki demeci de destekledi. Sayın Cumhurbaşkanı "ben gidersem, Türkiye kayıp eder" anlamına gelecek büyük bir iddiada bulundu.
Demek ki Türkiye'yi yönetenler bu korkuyu hissediyorlar. Ancak, göremedikleri ya da açıklamadıkları bir husus var... Amerikan siyaseti, bireysel olarak Tayyip Erdoğan'ı etkisizleştirmek mi istiyor; yoksa, Cumhurbaşkanı üzerinden Türkiye'yi kontrol ederek amacına ulaşmak mı istiyor?
Hangisi?
İşte asıl soru bu. Aynı zamanda ülkenin içinde bulunduğu siyasal manzaranın ve hezimetin tablosu da bu. Hezimettir; çünkü bu tabloyu yaratan bizzat iktidarın kendisidir. Geliştirdiği siyaset ve aldığı kararlar, yönetme biçimi, ülkeyi terörün açık hedefi haline getirmiştir. Zamanında alınamayan tedbirler, ön görülemeyen gelişmeler; hükümetin, özellikle Suriye konusunda etkisizleşmesine sebep olmuştur. İktidarın etkisizleşmesi elbette Türkiye'nin elini kolunu bağlamıştır.
Orda Doğu'da söz sahibi olacak ve hemen yanı başındaki Suriye'de, en etkin bir devlet olması gerekirken, siyaset alanının dışına itilmiştir.
Yolsuzluklardan açık vererek, kendisini tehdit edilebilir duruma sokmuştur. Eğer doğrudan bir devlet adamı tehdit altındaysa gitmesi ülkenin batması anlamına gelmez. Tam tersine gitmesi büyük vatanseverlik örneği oluşturur. Tarihsel bir fedakârlık örneği oluşturur. Bu sayede tehdit edicilere pabuç bırakmadığı için ülke kazanır. Hegemonya kendine yer bulamamış olur.
Unutmayın iktidar tek kişiden oluşmaz. Tek kişi giderse iktidar gitmiş olmaz.
Yanlış mı?
Zarrab, Amerikan tehditlerinin aracı olacaksa, açık verip tehdit edilenlerden vatanseverlik bekleme hakkımız doğar...