‘Yumruk’ ve ‘kitap’
Milliyetçi Hareket’te teşkilât yapısı üzerinde fazla durulmamıştır. Sorgulayan olmamış mıdır? Olmuştur muhakkak... Ama onlar da “Baştakiler” tarafından hoş görülmediği için, şuurlu bir şekilde, geri plana itilmişler ve “devre dışı” bırakılmışlardır. Bütün örgütlenmelerde bunlar görülebilir; ancak 12 Eylül öncesi netameli günlerde hiyerarşi, sıkı durmak adına çok önemliydi. Bunun faydası da görülmüştür ama sınırı nereye kadar?
İki gündür bahsettiğim Yağmur Tunalı’nın “Kavga Günleri: 1968-1980” başlıklı kitabında, teşkilât yapısı da derinliğine tahlil edilmiştir.
Ne acıdır ki, “yumruk” ve “kitap” ayırt edilememiş, Yağmur’un dediği gibi, “yumruk sallayan” baş olmuş, “düşünen” kendisine yer bulamamış, aldığı talimatın mantıksızlığı karşısında şaşkın kalmış, daire dışına ister istemez çıkmıştır.
Bir misal: Ankara’dan İstanbul’a geldim... Tek sebebi vardı: Daha çok okumak...
Doktoraya hazırlanıyorum. İstanbul Ülkü Ocakları başkanlığı da yapan, bir arada olduğumuz (Rahmetli Mehmet Gül aklınıza gelir, o değil) bir arkadaş bana: “Neden silâh taşımıyorsun!” demişti. O da biliyordu, koltuğumun altında sürekli kitap olduğunu. Mantık bambaşkaydı, umumî manada “silâh”ı Ankara’da bırakıp gelmiş ve iki hedefe kilitlenmiştim: İlim ve gazetecilik... Bir fikir hareketi için elzem olanı düşünmüştüm. Silâh her zaman bulunur, her zaman kullanılır ve herkes bulur ve herkes kullanır... Ya kitap? Güç olan budur: Okumak ve düşünmek...
Yağmur Tunalı, “yumruk” ve “kitap” arasında ayırımın olmamasından, “düşünce” nin yer tutabilmesi için fazla efor sarf edilmesinden “Kavga Günleri”nde çok yakınır.
Yağmur’un bu teşkilâtçılık hususundaki aynen katıldığım tespitlerini vereceğim:
Kavga şartları dışında da liderlik konusu epeyce netamelidir. Bu konuda da menfî örneklerin çok, müsbet olanların çok az olması dikkat çekicidir. Ben bu konuyu zamanla daha genel bir çerçevede anlamayı denedim. Gördüğüm, bizde her baş olanın ve başa expndtw-3 geçenin kuralları kendince yorumlayarak hareket ettiğidir. En kısası budur. Yaşadığım müddet içinde, hiçbir prensibin bozulmadığı bir grup hareketi hatırlamıyorum. Sağda-solda, Ülkücü’de, Akıncı’da, Komünist’te ve dahi diğerlerinde, böyle ‘ego’ problemi vardır. Bu ego, gelişmemiş bir kafa ve zihni işaret eden, hastalıklı bir yapıda görünür.” (Kavga Günleri: 1968-1980, s. 106)
Böyle teşkilâtçılık nereye kadar? Sonunda istenmeyenler olur. A. Yağmur Tunalı o tespiti de yapmış:
Böyle karma-karışık ruh hâli içinde, teşkilâtçılığımızın yerlerde sürünmesi kaçınılmazdır. Herkes için olan kurallar, herkes için aynı şekilde işlemedikçe, bu derin problemi çözebilme imkânımız yoktur.” (s. 108)
Ankara-Balgat’taki yüksek binada oturanların “Kavga Günleri”ni bütün katlara dağıtıp herkese okutması gerekmez mi?!