Yılmaz Yalçıner'in Abdi İpekçi'yle ilişkisi ne?
Önce "Ülkücü", sonra "radikal İslâmcı" kimliğiyle öne çıkan Yılmaz Yalçıner''in vefatından sonra çok şey yazıldı. Siyasal Bilgiler Fakültesi''nde ilk Ülkü Ocakları''nı kuran, Milliyet gazetesine gidip Abdi İpekçi''den hesap soran, uçak kaçıran o idi. "Bir radikal İslamcı" başlıklı yazımda kendisiyle görüşmemi verdim (10 Aralık 2021).
Ardından yazılanlara bakıyorum. Bir gazeteci Yalçıner''i, "Ahmet Taner Kışlalı''yı öldürtenlerden" gösteriyor. Yalçıner''in kendisini arayarak, kışkırtıcı yazı yazdığını kabul ettiğini söylüyor. (Barış Terkoğlu, Cumhuriyet, 13 Aralık 2021)
Ben tarihe bir başka not düşeceğim.
Ahmet Karabacak "Üç Hilâlin Hikâyesi" kitabında "derin" bilgileri yazdı (Bilgeoğuz Yayınları). Bu bilgiler içinde, Yalçıner''in Abdi İpekçi''nin odasını bastığı ve yüzüne tükürdüğü yazılı.
8 Haziran 1970''de İ.Ü. Edebiyat Fakültesi''nin Edebiyat katında Yusuf İmamoğlu kurşunlanarak şehit ediliyor. Karabacak o günü anlatırken, o sıra İstanbul''da olan Yalçıner''in Beyazıt Beyazsaray''daki kitapçı dükkânında bulunduğunu, olayın duyulması üzerine fırlayıp Nuruosmaniye''deki, Milliyet gazetesine gittiğini, Abdi İpekçi''nin odasına girdiğini anlatıyor. Gelişmeyi Yalçıner''in ağzından veriyor: "Doğru İpekçi''nin koltuğuna oturdum. Beni şaşkınlıkla izleyenlere, hemen Abdi''yi bulun, dedim. Adamlar şok olmuşlardı sanki. Abdi İpekçi geldi, yanımdaki koltuğa oturdu. Yüzüne karşı bağırıyor, bu çeşit yayınlar yüzünden, bugün bir arkadaşımızın öldürüldüğünü söylüyordum. Ağzımdan çıkan tükürük, adamın suratına yapıştı. Şaşkınlıktan elini kaldırıp silemedi bile."
Bunu doğrulayacak veya yalanlayacak olan "olayın kahramanı" Yalçıner''di. Birlikte uçak kaçırdığı Mekki Yassıkaya vasıtasıyla meseleyi sordum. Soru cevabı aynen veriyorum:
- Yani tükürme olayı oldu mu olmadı mı?
- Doğru. Şenol anlatmıştır herhâlde. Yusuf İmamoğlu benim ev arkadaşımdı. Onun öldürüldüğü gün öfkeyle gidip gazetedeki odasını bastım. Pişman değilim. Hakaretin bini bi paraydı. Zaten önce karşıma Hasan Pulur geldi. Onu fırçaladım. ''Git müdürünü getir! Benim işim onunla!'' dedim. Bu sırada İpekçi''nin masasında oturuyordum. Adam süklüm püklüm geldi. Bağırıp çağırdım. Bilmez misin berbat öfkem vardır. O zaman da öyle... Adam özür mözür... Ertesi gün başyazısında, cinayeti kınayan ''lanet olsun'' diyen bir başyazı yazdı. Ardından Cumhuriyet''i bastım. Yanımda yine Şenol. Bu defa Oktay Kurtböke''yi kalayladım bir iyi.
- Peki, tükürme olayı oldu mu? Onu hatırlıyor musun?
- Olmuştur. Çünkü, kendim de gözlerim kan çanağı öfkeden deliye dönmüş hâldeydim. Yusuf''la Bağcılar''daki gecekondudan gelip Edebiyat''ın önünde onunla ayrıldık. O okula gitti. Ben Küllük''e ders çalışmaya. Az sonra olay patlak verdi. Galiba ben o sıra Milliyet''e bakıyordum. Soldan çarklı, onları haklı imiş gibi gösteren bir yazı öfkemi tepeme sıçratmış olabilir. Doğru Milliyet''e gittim. Hani bizim Sahir Özbek''in Kristal Palas dediği şimdi halıcı olan Nuruosmaniye''deki binasına. Yanımda Şenol da vardı. Elimizde bir de körüklü çanta... Galiba bizden ziyade körüklü çantada ne olup olmadığından ürktüler."
İki isim dikkatinizi çekmiştir. Biri "Şenol", diğeri "Sahir Özbek". "Şenol" diye bahsettiği kişi Şenol Demiröz''dür; eski TRT Genel Müdürü. Rahmetli oldu. O sıra İstanbul''a niçin gelmişlerdi? Herhâlde okula gidemediklerinden İstanbul''u mesken tutmuşlardı. Diğer bahsettiği Sahir Özbek, zamanın tanınmış gazetecisidir. Merhumu ben de tanıdım. 1978''in başında İstanbul''da ilk profesyonel gazeteciliğe Hergün''de başladım. Sahir Özbek de o sıra gazetenin spor müdürü idi.