Yıkıldı yıkılacak dendi ve sonunda…
Yarın medya büyük ölçüde yeni AKM projesini konuşacak. Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçtiğimiz çarşamba günü yaptığı konuşmada Atatürk Kültür Merkezi'nin yıkılacağını açıkladı ve şöyle dedi: "Şimdi İstanbul'da Atatürk Kültür Merkezinin (AKM) olduğu yeri yıkıyoruz ve oraya daha büyüğünü, çok çok farklı, çok çok modern bir mimariyle, inşallah Pazartesi günü İstanbul'da lansmanını yapacağım ve bu lansmanını yapmak suretiyle de 2019'un sonuna kadar orada biz bir opera binasını İstanbul'umuza kazandırmış olacağız."
Tabi bu açıklamalar sonucu, 9 yıldır kaderine terk edilen bina tekrar akıllara geldi.
Beğenilsin veya beğenilmesin, Hayati Tabanlıoğlu'nun son şeklini verdiği AKM binası, 1950'lerin sade ve işlevsel mimari anlayışının bir yansıması ve Cumhuriyet döneminin simgesel yapılarından biridir. Bu kadar uzun yıllardır ülkemizdeki sanatsal etkinliklere ev sahipliği yapan, adeta ülkenin sanat tarihine şahitlik eden AKM'nin yıkılması, yalnızca eski bir binanın yıkılması ve yerine yenisinin yapılması olarak nitelenemez.
Nitekim bu yıkıp yeniden yapma mantığını da anlamak mümkün değil. Hani bir atasözü var; "Yapmak güç, yıkmak kolay." diye. Yıkıp yapmak, önceki yapıdaki uğraşları heba etmek anlamına geliyor. Var olanı onar, koru; yetmezse, varsa gücün başka bir yere yenisini yap. Hele ki temeli 29 Ekim 1946'da Opera Binası olarak atılmasına rağmen, ödenek yokluğu nedeniyle ancak 12 Nisan 1969'da tamamlanıp hizmete açılan AKM binası için yıkım, 23 yıllık bir emeğin boşa gitmesi anlamına geliyor.
Ayrıca her konuda modernliğe sırtını dönen zihniyetlerin mimariye gelince bir anda modernleşme hevesi nereden geliyor? Nereden geliyor bu "çok çok modern" sevdalılığı? Mesela, Avrupa başkentleri Paris veya Roma'da neden opera ve sanat merkezleri 700-800 yıllık binalardan oluşuyor ve kimse de bu yapıların yıkılmasından söz etmiyor; neden modern tasarımlara meyil etmiyorlar? Ortadoğu'nun ekstra modern şatafatlı mimari anlayışı git gide bize de bulaşıyor.
Oysa eski yalnızca eskimiş ve yok edilmesi gereken bir şey değildir. Hele ki söz konusu mimari ve sanat olunca…
Atatürk Kültür Merkezi hizmete girdiği yıllarda dünyanın dördüncü büyük sanat merkezi oldu. 2005 yılından beri yıkılsın yıkılmasın tartışmalarına konu olan, 2008' den beri de kapalı olan bu binada, 1307 kişilik büyük salon, 502 kişilik konser salonu, 296 kişilik tiyatro salonu, 190 kişilik "Aziz Nesin Sahnesi" ve 206 kişilik sinema salonu bulunuyor.
Sanat merkezlerinin dışından ziyade sahnesi, salonu ve donanımı önemlidir. AKM'nin bu salonları, dış görünümünü asla düşündürmez. Kaldı ki AKM çirkin bir bina da değildir. Bir dönemin mimari anlayışının ürünüdür. Ayrıca, ön cephesindeki alüminyum doğramalar aslında açılan bir perdeyi temsil etmektedir.
Salonda sahnelenen etkinliğin niteliği de binanın dışının görünümünden daha önemlidir. Sahnedeki gösteri için gelen ve o gösteriden etkilenen kişi için binanın dışı hiçbir önem arz etmez.
***
Tarihi mekanlar da sanat tarihi de toplumların ortak değeridir. Ve toplumda ortak kimlik oluşturabilmek için bu değerlerin korunması gerekir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın sözlerinden sonra Mimarlar Odası ve bazı sendikalar tarafından yayınlanan bildiride "Derhal onaylı restorasyon projesi uygulamaya sokularak bu kültür ve tarih yıkımına son verilmeli, Atatürk Kültür Merkezi özgün yapısı, kullanımı ve çevresiyle toplumun hizmetine sunulmalıdır.", "AKM'yi yıkmak da yıkıma terketmek de suçtur!" ifadeleri yer alsa da yarın proje tanıtılıyor.
Bu proje için temennim Atatürk Kültür Merkezi'nin isminin değişmemesi ve bu tarihi yapının anısına, 1969 yılında açılışında sahnelenen Ferit Tüzün'ün Çeşmebaşı Balesi ile Verdi'nin Aida Operası'nın tekrar izleyici ile buluşması. Madden koruyamadığımız değerleri manen koruyabilmek için…
***
Aklıma takılan…
FETÖ yargılamalarının bir ayağı olan TUSKON sanıklarının duruşmaları bilindiği üzere Silivri Cezaevi yerleşkesi içerisine yapılan duruşma salonunda gerçekleştirildi. Ancak bilinmeyen bir yönü var ki bu duruşmaların, aklıma takıldı: Duruşmayı izlemeye gelen kadın ve erkekler ayrı ayrı oturtuldu.
Günlerdir yazılı ve görsel basından takip ediyorum ve merakla bekliyorum biri belki yazar da sebebini öğreniriz diye ama hiç yazan olmadı. Kimse yazmadıkça da benim aklımı kurcalamaya devam etti. Araştırdım başka bir duruşmada örneğini göremedim. Bu durumu ilk duyduğumda belki kadınlar, kadın görevli; erkekler, erkek görevli tarafından aranıyor ve ayrı kapılardan giriyordur diye düşündüm. Ancak duruşmaya izleyici olarak giden bir avukat ve basın çalışanı olarak şahit oldum ki herkes normalde olduğu gibi aynı kapıdan giriyor, fakat farklı tribünlere yönlendiriliyordu.
Merak ettiğim için soruyorum: Nedir bu duruşma salonundaki haremlik selamlığın sebebi?