Yarı başkanlık yarı demokrasi

“Tam başkan olamıyorsun. Yarı başkan bari ol” diyor, arkadaşlar kendisine. Evet, olsun ama garantili mi acaba? Son dönem gelişmelerine bakılırsa durum eskisi kadar garantili görünmüyor. Ancak Türkiye’nin zorlanan yapısı içinde yarı demokrasi ve yarı başkanlık öne çıkarılıyor. Yarı demokrasi neredeyse tamamlandı. Basını, yargısı, iş dünyasının kontrolü, istenmeyenlerin ortalıktan el çektirilmesi, “Ak emlak” sayesinde istenenlerin zenginleştirilmesi, derken eşe-dosta kıyak çekilmesi, KPSS’den yetersiz puan alanların bile bir yolunu bulup işe alınması; kısacası, var olan kanunlara karşılık bir de yürütmenin kendi göreceli kanunlarının uygulanması süreciyle 1992’den bu tarafa yarı demokrasi, kuruluşunu tamamladı gibi.
Bir olması gereken hukuk düzeni var; meclisten geçiyor cumhurbaşkanlığınca onandıktan sonra resmi gazetede yayınlanıp yazılı hale getiriliyor; bir de bu düzeni zorunlu olarak uygulaması gerekirken bir şekilde sulandırıp, hükümetin oluşturduğu yürütme düzeni var. Aslında iki düzen birbirini tamamlamıyor, çatışıyor. Çatıştığı için de zaman zaman basında hukuka uygunsuz haberler çıkıyor.
Böyle bir yapılanma ve yürütme beraberinde olması gereken düzen ile olmaması gereken paralel alternatif düzeni aynı düzlemde buluşturuyor. Bunun sonucu olarak ortaya bir olması gereken hükümet, bir de o rolü iten yerine kendi düzenini kuran, iktidar olgusu çıkıyor. Olması gereken düzen hukuk düzeni, hukuk devletini zorunlu kıldığından seçim sonrası herkesi kucaklıyor. Alternatif düzen ise uygulamasından da anlaşılacağı gibi sadece kendi yandaşlarına çalıyor ve onları kucaklıyor.
Buna rağmen bir de utanmadan demiyorlar mı “biz 74 milyonun hükümetiyiz” diye?
Hani 74 milyon?
AK tayinlerde yok. AK emlakçılıkta yok. AK madencilikte, AK sanayide, Ak ihalelerde yok.
Nerede var? Hiçbir yerde!
Öyle ise Türkiye, tek parti yönetiminin tasallutu altında inlemektedir. Bu inlemenin destekçileri olan sözde dindarlar, sözde milli, dini ve insani vicdanlar, külliyen iflas etmişlerdir. Çünkü her şey onların desteği, propagandası ve bilgisi dâhilinde gelişmektedir. Kur’an’la ilk çelişen onlardır. Kur’an’a rağmen ilk deformasyon onlardan kaynaklı topluma yayılmaktadır. Hâl böyle olunca şirk toplumu kuşatmakta, insanlık derin haksızlıklara uğramakta ve sesini duyuramamaktadır. Onların ne adaletine, ne vicdani sorumluluklarına ve ne de insaflarına asla güvenilmeyeceği yaşanan gerçeklerden görülmüştür.
Türkiye gelişmekte olan iyi bir demokrasi seviyesinden gerileyerek yarı demokrasi ülkesine onlar sayesinde dönüşmüştür.
Şimdi bunun en tepesine yarı başkanlık istiyorlar. Tam başkanlık sistemini getiremedikleri için yarı başkanlıkla yetinmek ve böylece tek kişinin yönetiminin güçlendiği bir rejim kurmak amacındalar. Bu sayede hukuk devletinin herkes için olan ayrıcalıksız yönetim anlayışı yarı başkan tek kişinin iktidarıyla bütünleşecek. Hukuk devleti yerini bir çeşit hükümdarlıkla değiştirecek. Hz. Hükümdarın ağzından çıkan kanun gibi algılanacak. Gerçi “şimdi farklı mı oluyor” derseniz, en azından parlamenter sistemin beraberinde getirdiği muhalefet çeşitliliği, farklı düşünceleri temsil etme gücü, ister istemez tek kişiyi zorluyor. Tek kişi basın muhalefeti istemiyor. Parti muhalefeti istemiyor. Bir çeşit seçmen çoğunluğunun azınlık iktidarını tüm toplumun üstünde görüyor. Her konuşmasında buna vurgu yapıyor: “Halk ne diyor önemli olan o.”
“Halk” dediği kendisine oy veren seçmen çoğunluğu. Kendisine oy vermeyen çoğunluk hikâyeden nağme. Onlara göre diğer seçmen çoğunluğu, seçimi kayıp ettiklerine göre bir çeşit mahrumiyeti hak etmişlerdir.
Türkiye’de “madem başkanlığı getiremiyoruz, öyle ise yarı başkanlık olsun” diyenlerin görmek istediği manzara bu.
Ülkenin yürürlükte olan yasaları, yönetmelikleri her neyi dağıtmayı gerektiriyorsa, öncelik hak edenin değil, yürütmeyi elinde tutanların olmalıdır. Peki din iman, ahlak, İslam neyin nesi oluyor? İktidarı şirkete çevirmede toplumsal ikna aracı oluyor.

Yazarın Diğer Yazıları