Yarabbi, artık bıktık bunlardan!
Bir onlara bakın bir de bize.
Onlar dediğim gelişmiş ülkeler.
Onlar neyin peşindeler biz neyin peşindeyiz?
Kaç gündür aç ve yoksul bırakılan Türkiye'nin gündemi, bir tek kişinin makam ve statü sorunuyla çalkalanıyor.
Evet evet… Günlerdir 83 milyonluk koca Türkiye olarak, bir tek kişinin makama gelişi, statü kazanması veya kazanamaması meselesinin derdindeyiz. Koca ülkenin polisi, jandarması teyakkuz halinde.
Açık veren bütçemizden benzini, mazotu bunun için harcıyoruz.
Öğrenciler bunun için yerlerde sürünüyor. Hâlbuki atama kararnamesi imzalanmadan az evvel her yer sakindi. Ülke, kendi derdine yanıyordu. Konumuz, aşı, esnaf, ekmek kuyruğu idi.
Sonra hava birden puslandı.
Her yer kararmaya başladı. Artık bütün dünya, Melih Bulu diye bir adamın etrafında koparılan fırtınaya çevrildi.
Gelişmemişlik böyle bir şey işte.
Sadece ülkeler ve toplumlar gelişmez, insanlar ve tek tek bireyler de gelişir ve kalkınır. Kalkınmamışlık, gelişmemişlik, hem ekonomik ve hem de sosyal sorundur.
En kötüsü de sosyal gelişmemişliktir. Çünkü bu, eğitimle, fikirle, felsefeyle, düşünsel zihin artırımıyla ilgilidir.
Bir köy ağası düşünün onlarca köyü ve buradan sağladığı geliri, dolayısı ile parası olsun. Zengindir. Ama okuma-yazması kıt, paralı ve fakat kalkınmamış kişidir. Tıpkı bunun gibi, sosyal kalkınmamışlık, bir idrak gelişmesinin göstergesidir.
İçinde bulunduğumuz duruma bakın: Bir kaşık suda fırtına kopuyor. İç işleri, dış işleri, Cumhurbaşkanlığı, muhalefet, hatta ABD bile bir rektör atamasını kendine büyük dert edinerek var güçleriyle çabalıyor. Hâlbuki eninde sonunda bir eğitim kurumuna yönetici atanacak. Atamasını yaparsın biter değil mi?
Hayır, benim ülkemde öyle değil. Öyle bir atama yaparsın ki, bile bile kavgaya çanak tutarsın. Zaten kavga konusunda şerbetli olan benim aydınlarım, anında saflarını belirleyecektir. Nitekim öyle olmuyor mu? Hepimizin safı belli.
Sen haklısın, ben haklıyım…
Bu arada gücü yeten, bastırıp kendi haklılığını herkese kabullendirme derdine düşer.
Ey akıl, her neredeysen çık da gel.
Bir, el âlemin ülkesine bak, bir de bize. Onların uğraştıklarına bak, bizim uğraştıklarımıza. Onların politikacılarına ve hükümetlerine bak, bir de bize.
Mesela Almanya'dan bir hanım Şansölye geldi geçiyor. İktidarını zirvedeyken bırakıyor. O giderken muhalefettekilerde üzüntülerini belirtiyor, kendi partisindekiler de. Uzun iktidar sürecinde muhalefetten gelen haklı gördüğü önerileri de yapmış, kendi iktidarından gelenleri de.
Almanya'nın enflasyon derdi yok.
Kişi başına düşen milli gelir 55-60 bin dolar.
Bütçe açık vermediği gibi fazlası var. Almanya bunu dağıtıyor.
Peki biz?
Bizde durum ne?
Ekonomi dibe vurmuş.
Bütçe açık üstüne açık veriyor.
Dış borç artmış.
Faiz ile bulduğun dolar, dünyanın en pahalısı. Halkın faizcilere çalışıyor.
Merkez Bankası'ndan 128 milyar dolar uçmuş. Yetmemiş bir de eksiye düşmüş ve bir de ağır borç yapmışsın. Kısacası derdin dağları aşmış, başını kaşıyacak zamanın yok. Gelmişsin Melih Bulu diye bir partili hocayı Boğaziçi Üniversitesi'ne rektör yapacağım diye aç ve açıkta bıraktığın topluma dayatıyorsun.
Niye?
Bunu bize niye yapıyorsunuz?
Allah'ım! Bize aklı başında yöneticiler nasip eyle! Biz Oğuz nesliyiz. Senin davanı dava edinmiş, İslam'ı cihanın dört bir yanına taşımız bir milletiz. Bıktık bunlardan. Kurtar bizi yarabbi!.