Normalleşmeden kamplaşmaya siyaset
Yeni döneme “Normalleşme” adımlarıyla başlayan siyaset, gene normalden uzaklaştı ve geleneksel hatlarına geri döndü. Öyle ki, siyasal merkezlerin rakiplerine yönelik attığı adımlar ülkenin içinde bulunduğu bunalımın üstüne çıktı.
Halbuki Türkiye’de derin bir yoksulluk var.
Halkın önemli bir kesimi, ekonominin yarattığı ağır yükün altında eziliyor. Siyasal güç odaklarının kendilerine bunu konu etmesi ve ülkenin, milletin hayrına bu konuyu tartışması, çözüm üretmesi gerekmez mi?
Peki, siyaset ve basın ne yapıyor?
Günlerdir “Bahçeli ne demek istedi, Erdoğan’la aralarında bir çatlak mı var” diye tartışıyor?
Kimi, “Bahçeli ezber bozdu” diyor.
Kimi, “Devlet aklını konuşturdu” diyor.
Kimi, “Suriye’de sorun var, ABD yeni adım atacak, bunun için Bahçeli ve ortağı yeni bir strateji uyguluyor” diyor.
Günün sonunda geldiğimiz yer, Bahçeli ve Erdoğan stratejilerinin birbirine ters düştüğü ve farklı uçlara evrildiğidir.
MHP cephesinde ise “seni en yakınların bile anlayamaz” duygusallığına ve bunu anlatan videoyla noktalandı.
Sıfıra sıfır, elde var sıfır.
Siyaset, iletişim işidir. Eğer sizi kimse anlamıyorsa, ortada bir iletişim sorunu vardır. Bu durumda mesajlarınızı ve bu mesajları sizin anlaşılmasını istediğiniz gibi karşı tarafın anlamasını sağlayacak kanalları gözden geçirmeniz gerekir. Çünkü sizi kimsenin anlayamadığından şikâyet ediyorsunuz. Bu durum siyasal iletişim sorununu gösteriyor.
Gelişmelerin bir başka boyutu da üretilen siyasetin ülkeye hiçbir faydasının olmadığını, geçirilen zamanın boş tartışmalarla tüketildiğini gösteriyor. Bir diğer ve en önemlisi de halkın gerçeğinden aktüel siyasetin koptuğudur.
Halkın gerçeği, ekonominin yarattığı ağır yük kadar, toplumsal alana yansıyan, mesela, İzmir’de beş çocuğun yanarak ölmesidir.
Başka, “Yeni doğan çetesi” gibi çocukları katleden gözü dönmüşlerdir. Akla, vidana ve insanlığa sığmayan bu kötülüğün insanı yaşatmakla görevli bir kurumdan çıkması ise, izahı mümkün olmayan bir caniliktir.
Siyasetin boş gürültüsü yüzünden bu olay gündemden düştü. Halbuki, nedenleri, niçinleri, psikolojisi, tıbbın içinde bulunduğu hâl, sağlık sistemi ve bağlı olarak daha pak çok nedeni derinlemesine incelemek ve irdelemek lazımdı.
Aynı şekilde çocuk ölümleri de öyle.
Kadın cinayetleri de.
Bu tür sorunların çözüm yeri elbette meclis ve siyasettir. Böyle olması gerekirken, güç odaklarının (partilerin) olgunlaşmış, bir üst kültür geliştiremedikleri, dar alana sıkışarak, burada asabiyeci bir kabile kültürü seviyesinde tartışmalara neden oldukları görülüyor. “Ülkem, insanım, toplumum, siyasi partilerimiz” üst kültürüne sahip değiliz. Bütün toplumu ve ülkeyi içine alan bir “Biz” anlayışı yerine, parti olarak, kabile olarak, ideoloji olarak ben ya da biz kültürü egemen. Türkiye’ye bu pencereden bakıldığında siyaset, ülkenin çıkarı yerine, daha çok kabilenin, partinin, liderin çıkarını önemli hale getirmiş oluyor. Yetmiyor, toplumu da kendi siyasi kamplarına bölüp dağıtmak istiyorlar.
Görülen o ki siyasi partilere, dar alana hapis olmuş, bütünden parçaya ulaşmak istemeyen, ilkel bir grup kültürü hâkim. Her parti, aynı zamanda bir çeşit kabile gibi. Her kabilenin kendi asabiyesi var. Partilerin kendilerine çizdiği bu statü, onların birer siyasi kamp olmalarına neden oluyor. “Evet, hepimiz birer siyasi kurumuz ama, asıl büyük parça olan milletin/toplumun varlığı sayesinde burudayız. Aşiret gibi değil, milletin/ toplumun çakarları penceresinden siyasal çözümler üretmek temel bakış açımız olmalı” demiyorlar.
Türkiye’de siyasetin içinde bulunduğu bu durum, aynı zamanda bir demokratikleşme sorunudur. Aynı zamanda modernleşme ve uluslaşma sorunudur.
Başka?
Aynı zamanda nitelikli bir kurumsallaşma ve ilkeli siyaset seviyesine ulaşamama sorunudur.
Millet kan ağlıyor. Çocuklar yoksulluktan derme çatma evlerde yanarak ölüyor. İnsanın hayatını kurtaracak olan hemşireler, doktorlar, insanın en masumuna, en savunmasızına, bebeklere kıyıyor.
Peki, çözüm üretmesini beklediğimiz siyaset ve onun yürütme odağı olan iktidar ne yapıyor?