‘Velâyet-yarı tanrı’
“Tarikatlar”ı masaya yatırmaları gerektiğinden bahsediyorduk.
Prof. Dr. Ahmet Yaşar Ocak tasavvufta “velâyet” sistemimin “yarı tanrı” ortaya çıkardığının altını çizer:
“Kutb yahut ğavs tabir edilen en üst noktadaki, kâinatı Allah adına idare eden en büyük veliden, aşağı doğru, bu teorinin öngördüğü silsile-i merâtip içinde yer alan en düşük rütbeli veliye kadar velâyet teorisinin dikkatli bir tahlili, bize, İslâm’ın tevhid inancıyla pek kolay bağdaşmayacak, adetâ Allah’ın sıfatlarını ve kudretini onun adına kullanan insanüstü, fevkalâde vasıflarla donanmış bir ‘yarı tanrılar’ panteonu ile karşı karşıya bulunduğumuz izlenimini verir. Böyle bir tasavvuf anlayışının, Müslümanların bilim ve düşünce dünyalarında yüzyıllardan beri ne büyük yaralara yol açtığını tasavvur etmeğe bile gerek yoktur sanıyorum. / Öte yandan tasavvuf ve dolayısıyla tarikat denilen sûfi teşekküller, IX. yüzyıldan yaklaşık XVIII. yüzyıla kadar, muazzam bir mistik düşünce, bir bâtın ilmi ve buna paralel olarak, edebiyatıyla, mûsikisiyle, mimarisiyle, öyle bir kalemde reddedilemeyecek büyük bir kültür yaratmıştır. Başka bir deyişle tasavvuf, İslâm’ın zâhirî (exoteric) bilgisini üreten ulemanın yanında, bâtınî (esoteric) cephesine dair -her zaman da sıhhatli olmayan- yorumlar üreten bir düşünce mektebi haline geldi.” (A. Y. Ocak, Türkiye Sosyal Tarihinde İslam’ın Macerası, 2010).
Tarikatlar ne olursa olsun ilim adamları tarafından mercek altına alınmalıdır. İnsanların tarikatlara neden ihtiyaç duydukları ortaya çıkarıldığı gibi, “tarikat” olarak gösterilen kuruluşların ve başında genelde “şeyh” denilen kişilerin “takvalar”ı ölçülmelidir. Çevremiz “tarikat ehli” diyemeyeceğim, ancak “tarikatçı” diyebileceğim insanlarla dolu... Tavırlarını gördükçe “Din bu mu?” diye soruyorsunuz ister istemez! Tarikat, “İslâm”dan önce geliyor: “Allah” var ama -sümme haşa!- Allah’tan önce “şeyh” var!
“Tarîk” yol demek, “tarîkât” ise yollar. Buradan ıstılâh hâline geliyor. Bir yola giriyor insanlar ve girdikleri yol müesseseleşiyor. İşin çatallaşması bu müesseseleşme ile başlıyor. Geçmiş tarikatları incelediğinizde ehl-i sünnet ve cemaat ölçüsünü görebiliyorsunuz. Ama bunun yanında “sapkın” diye adlandırılanları her zaman mevcut olmuştur.
Bu sıra “Bâtınîler” meselesine epey kafa yorduğum için biliyorum.
Ehl-i hâl olanı dinlemek başka, ehl-i hâl görünüp politik gaye peşinde koşanları başka...
İslâm çağlar boyu Kur’ân ve sünnet üzerinden değil “tarîk” üzerinden anlatılmıştır. Eğer farklı tarikatlar varsa bu tarikatlar aynı sokağın iki başında dahi olsalar, birbirleriyle rekabet hâlindedirler, demektir. “Sapma” burada başlıyor.
Cemaatler ayrı bir mesele... Ancak tarikatlarla kıyaslamayız. Cemaatlerin içtimaî fonksiyonları vardır. Tabiî kullanabilene!
Diyeceksiniz şimdi... Mezhepler de yol değil mi? Doğru, yol ama mezhepler yorum farkından doğuyor. Kur’ân ölçüsüne uyan her mezhep haktır.