Vatandaşın gözü açıldı Ağzı da mı açılsın?!
Hani Voltaire'e ait sanılan ancak asıl sahibi Voltaire'in biyografisinin yazarı Evelyn Beatrice Hall olan ünlü bir söz vardır: "Fikirlerinize katılmıyorum ama fikirlerinizi ifade edebilmeniz için canımı bile veririm."
İşte son günlerde medyada da oldukça fazla yer tutan ifade özgürlüğü davaları gösteriyor ki; bu sözü özümsemek gerek.
Farklı ideolojilere sahip olabiliriz, ancak hukuk kuralları hepimiz için.
O yüzden, 'bugün ona yapılan haksızlık yarın bana da yapılabilir' diye düşünerek savunmamız lazım; hukukun adil uygulanmadığı her kişinin hakkını savunmamız lazım…
Yargının bağımsız olması gerektiğini, "bizden/onlardan" ayırt etmeksizin haykırmamız lazım…
CHP İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu'nun dört yıl önce attığı birkaç twit yüzünden 17 yıla kadar hapis cezası istemiyle açılan davaya devam edilmesi, Gezi davasının tek tutuklu sanığı Osman Kavala'nın tutukluluğuna devam kararı verilmesi,
Oyuncu ve şarkıcı Zuhal Olcay'a cumhurbaşkanına hakaret ettiği gerekçesiyle verilen 11 ay 20 günlük hapis cezasının Yargıtay tarafından onanması ve daha nicesi…
Manşetlerde bu başlıkları okuyan (hukukçu olmayan) arkadaşlarım, Ana Muhalefet Lideri Kılıçdaroğlu'na yumruk atanlar serbest bırakılırken, insanların ifadelerinden dolayı cumhurbaşkanına hakaret ettikleri iddiasıyla nasıl ceza aldığına şaşırarak birçok soru sordu…
Aslında bugünlerde, ifade özgürlüğüyle ilgili bu sıkıntılara, yargı reformu paketinin yasalaşmasıyla çözüm bulunması bekleniyordu ama tüm bu yukarıda bahsettiklerim yaşanırken Meclis, iktidar cephesinin kararıyla tatile girdi.
Oysa yargı sistemine büyük yenilikler getireceği seçimlerden önce ballandıra ballandıra anlatılan yargı reform paketinin Meclis tatile girmeden yasalaşacağını bizzat Adalet Bakanı söylemişti. Ancak Bakan, yukardan gelen emri beklemeden konuşmuş olacak ki, Meclis, reform paketine bir gününü dahi ayırmadan tatile girdi.
Reform paketinin özellikle ifade özgürlüğüne dair kısımları yasalaştırılarak, pek çok davaya ışık tutulabilir, tutuklu yargılanan pek çok kişi ailelerine kavuşabilirdi ancak bu tercih edilmedi; "biraz daha içeride kalsınlar", "biraz daha endişe duysunlar" denildi…
Çünkü iktidarın yargıdaki "korku, adaletten keskindir" mottosu; içeridekilerle birlikte, 'içeriye girerim' korkusu yaşayanları da susturmaya yarıyorken, bu avantajdan (!) vazgeçilemezdi.
Geçtiğimiz hafta okuyucuları ve sosyal medya takipçileri genel olarak gençlerden oluşan (muhalif paylaşımlar da yapan) yazar Pucca'nın 5 buçuk yıl hapis ve 66 bin lira para cezası alması da aslında genç sosyal medya kullanıcılarına karşı bu "korku mottosu"nun bir yansıması değil miydi?
Korku, bu "teklik" sisteminin en etkili maşası değil mi? Neden ifade özgürlüğü hususunda bir reform getirerek bu maşadan vazgeçilsin ki?
Son seçimler açıkça gösterdi: Vatandaşın gözü açıldı. Ağzı da mı açılsın?!
Aman sakın!
Vatandaş sus pus otursun da 2023 hedefine "teklik" rejimiyle girilebilsin!
Amaç ve vaziyet buyken, AKP ve MHP'nin uzlaşarak hazırlayacağı bir yasadan yargının bağımsızlığını sağlaması da hak ve özgürlükleri -fiiliyatta- koruma altına alması da beklenemez.
Yargıda siyasi kadrolaşmanın önünü kapatacak reformlar yapılmadıkça, herkese eşit mesafede bağımsız bir yargının sağlanması mümkün olmayacak… Bu sağlanıncaya kadar da yargıdaki yenilikler ya göz boyamak için yüzeysel olacak ya da işte böyle türlü bahanelerle ertelenecek…