Uygulanmayacaksa neden yenisi isteniyor?
Bir hukukçu olarak bu hafta Türkiye Cumhuriyeti yargısında yaşanan hukuk rezaletinden utanç duydum.
İlk okuduğumda inanamadığım, “Yok artık!” dediğim bir olayken, devamında suç duyurusu, hukuksuzlukta direnen tutum ve Yargıtay’ın hukuki çerçeveye oturtulamayan bu tutumunu destekleyen iktidarın tavrı ve talepleriyle kriz, daha da akıl almaz bir hâl aldı.
Anayasa Mahkemesi, daha önceden verdiği kararlarında olduğu gibi, milletvekilinin derhal tahliye edilmesi, milletvekilliği görevini yapması ve cezasını vekilliği bittikten sonra çekmesi gerektiğini söyleyen bir karar verdi. Karara öncelikle İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi sonra da Yargıtay 3. Ceza Dairesi tarafından uyulmadı.
Hatta Yargıtay, açıkça “Anayasa Mahkemesi kararına uyulmamasına” karar verdi.
Sanıyorum, son üç günde bile hemen herkes şu maddeyi ezberledi:
Anayasa madde 153; “Anayasa Mahkemesi kararları, Resmî Gazete’de hemen yayınlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar.”
Madde lafzı öyle açık ki, izaha dahi gerek duymuyor oysaki.
Buna göre, Anayasa Mahkemesi tarafından söz konusu karar, yayınlandığı gibi, Milletvekili Can Atalay’ın derhal serbest bırakılması gerekirken; Yargıtay, Anayasa Mahkemesi üyelerine ilişkin suç duyurusunda bulundu.
İktidarın açıklamaları
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, öncelikle Özbekistan dönüşü uçakta gazetecilerin sorularını yanıtlarken şu ifadeleri kullandı: “Her şeyden önce Yargıtay'ın bir yüksek mahkeme olduğunu herhâlde kimse inkâr edemez. Anayasa Mahkemesi bu noktada maalesef birçok yanlışları da arka arkaya yapar hâle geldi. Bu da bizi ciddi manada üzmektedir. Şu an itibarıyla Yargıtay'ın aldığı karar asla bir kenara atılamaz, itilemez.”
Yani, Cumhurbaşkanı, yüksek yargı organları arasında taraf tuttu. Üstelik Anayasa’nın işaret ettiğinin tersi bir şekilde.
Sonra, Yasamayı yani TBMM’yi ağır işlemekle eleştirdi. Yargıtay’ın dediğinin yapılmasına yönelik yetkili merci olarak TBMM’yi işaret etti.
Yargıtay’ın kararını eleştiren AK Partilileri kınadı.
10 Kasım Atatürk’ü Anma Töreni’nde ise uçakta yaptığı açıklamayı yumuşatmak istercesine, kendisinin hakem konumunda olduğunu söyledi.
“Türkiye'de yüksek mahkemeler dâhil hiçbir organ, hiçbir kurum layüsel değildir, eleştirilemez değildir” dedi.
“Yargının iki kurumu arasındaki yetki tartışmasının çözüm yeri anayasadır, yasalardır ancak anlaşılan o ki mevcut anayasamız ve dolayısıyla ona göre şekillenen yasalarımız, bu konuda da yetersiz kalmaktadır…” dedi.
Bir kez de ben söyleyeyim; burada bir yetki tartışması yoktur. Anayasa hükmü gayet açıktır ve yetersiz kalmamaktadır.
Üstelik uyuşmazlık olsa dahi, uyuşmazlığa dair de Anayasa maddesi (m.158) şöyle demektedir: “Diğer mahkemelerle, Anayasa Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında, Anayasa Mahkemesi’nin kararı esas alınır.”
Bununla birlikte, pek tabii mahkemelerin beğenmediğimiz kararları olabilir, ancak bu beğenmeme hâli bizlere ancak eleştirme hakkı verir. Kaldı ki bu eleştirme hakkı dahi -yargıyı etkilememek adına- diğer ifade hürriyetlerine göre daha dardır.
Eleştiriyi aşarak AYM kararına uymamak, AYM üyelerini -tam olarak geçmiş kararlarına da uygun olarak- verdikleri karar nedeniyle suçlamak, yargılanmalarını talep etmek ve söz konusu hususta Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne talimat vermek, Anayasaya aykırıdır.
Asıl konu olarak yeni anayasa
Anayasa’nın yetersizliğinden bahseden Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Bu açıdan baktığımızda da karşımıza ülkemizi bir an önce yeni anayasaya kavuşturma ihtiyacının gerekliliği çıkıyor. Yeni anayasa meselesini ısrarla gündemde tutmamızın, günlük siyaset söylemi değil hayati bir konu olduğu, bu vesileyle herhâlde daha iyi anlaşılmıştır” diyerek konuyu doğrudan yeni anayasa yapımına getirdi.
Dün Adalet Bakanı Yılmaz Tunç da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ınkine benzer çerçevede bazı açıklamalarda bulundu, yeni anayasa “ihtiyacını” yineledi ve konuyu hukuk dışına çekmek isteyenlerde başka bir kasıt olduğunu söyledi.
Ancak hukuk gayet açıkken, esas olarak, hukukun uygulanmaması ve konunun anayasa değişikliğine getirilmesi gerçek anlamda kasıt ihtimalini akla getirmektedir.
Tartışmayı buraya çekmekteki amaç nedir? Yeni düzenlemelerle AYM’yi işlevsiz bırakmak mı?
Yoksa bu kriz bilerek mi çıkarıldı? Amaç Anayasa değişikliğini zorunluluk gibi göstermek mi?
Bu soruların içinden çıkmak oldukça zor.
Ancak Anayasa’yla bu denli derdi olan, defalarca değiştiren ve defalarca ihlal eden yönetim anlayışı, yeni bir Anayasa’ya saygı duyacak mı?
Mevcut Anayasa tanınmıyorsa, kolaylıkla bazı maddeler görmezden gelinebiliyorsa, maddelerinden iktidarın istediği manalar çıkarılıyorsa, yeni bir anayasa yapmanın kime ne faydası olacak?
***
İstanbul Barosu, Salı günü Çağlayan Adliyesi önünde olacak…
İstanbul Barosu öncülüğünde, tüm avukatlar, AYM kararına uymadığını açıklayan Yargıtay 3. Ceza Dairesi Üyeleri hakkında 14.11.2023 saat 11.00’e kadar BARONET üzerinden imza vererek suç duyurusuna katılmaya ve hukuka saygıya çağrı yapmak üzere, avukatların susmadığını göstermek ve suç duyurusundaki imza sayısını basına açıklamak için de 14.11.2023 Salı günü saat 12.00’de Çağlayan Adliyesi’ne davetli. Buradan da duyuralım…