Üniversitelerde baskı (2)
Recep T. Erdoğan, “dava” için çok şey yaptıklarını açıklamıştı. “Dava”nın bir kaynağı üniversitelerdir. “Ergenekon” , “Balyoz” derken, yol üzeri çakıllar, kayalar bir bir temizlendi. Üniversitede “kadro” yetişecek ki, “dava” hedefine varsın! Özellikle üçüncü Ak Parti hükûmetinin göreve başlamasının ardından yapılan rektörlük seçimlerinde, ikinci veya üçüncü sırada çıkan muhafazakâr adaylar, hükümete şirin gözükebilmek adına hükûmetin pek fazla sıcak bakmadığı kadrolar için: “Ben bu kadroları temizleyeceğim” felsefesiyle seçim yürütüyorlar ve görevi aldıktan sonra sözlerinin gereğini yerine getirmeye çalıştıkları görülüyor. Özellikle ülkenin Batı sınırlarına yakın bazı üniversiteleride yaşanan olaylarda, üniversite yönetimlerinin, bazı öğrenciler ve araştırma görevlilerini “maşa” olarak kullandıkları söylentileri ayyuka çıkmıştır.
Ak Parti’ye yakın öğrenciler maalesef “ispiyoncu” olarak kullanılıyor. Çizgilerinde olmayan “laik”, “milliyetçi”, hatta bazı “sol” kökenli akademisyenler, derslerde “hoşa gitmeyen” yorumlarda bulunduklarında okul yönetimine şikâyet edilerek haklarında soruşturma açılması sağlanıyor. Öğretim üyesi yıldırılarak ayrılmaya zorlanıyor.
Doçentlik ya da profesörlüğe yükseltilme aşamasında olan bazı hocalar ise bazı başka sıkıntılarla da karşılaşabiliyorlar. Bu isimlere kadro verilmemesi amacıyla yine öğrencileri ve/veya bu kişilerce önceden çalışan fakat anlaşamayan araştırma görevlileri seçiliyor. Eğer araştırma görevlisi hedefteki hoca tarafından herhangi bir sebepten disiplin komitesine sevk edilmişse, önce o araştırma görevlisi disiplin suçlamasından aklanıyor daha sonra eline tutuşturulan dosyayla hocası hakkında suç duyurusunda bulunuyor. Bu suçlamaların en geçerlisi ise “intihal” (ilmî hırsızlık)” suçlaması oluyor. “İlmî hırsızlık” çok ağır bir cürüm teşekkül ettiğinden hem hedefteki akademisyenin ilmî saygınlığı yıpratılmaya çalışılıyor hem de soruşturma tamamlanana kadar ilgili kişiye atama-yükseltme yapılamayacağından hedefteki akademisyenin maddî-manevî hakları tehlikeye düşürülüyor. Mahkemede aklansalar bile kendilerine başka üniversite arıyorlar. Böylelikle istenilen “kadro temizliği” kuralına uydurularak “başarılmış” oluyor. Öğrenci-araştırma görevlilerinin “maşa” olarak kullanılarak muhalif kimliğiyle tanınan hocalara yönelik baskı, söz konusu akademisyenin doçentlik süreci işlemleri sırasında ya da profesörlük atamasına bir-iki yıl kala başlatılıyor ve hedefteki akademisyen pes ettirilene kadar sürdürülüyor.
YÖK, anladığım kadarıyla, çekişmelerin dışında kalmayı tercih ediyor. Meselâ; 2012 yılında bir açıklama yapmış, ilmî hırsızlık iddialarının üniversitelerdeki iç çekişme ve ayak kaydırma olaylarının bir parçası hâline geldiğinden şikâyet etmişti. Dolayısıyla YÖK de şu ana kadar kendine ulaşan ihbarların akımına kapılmadan sağlıklı karar alma mekanizmalarını işletmeyi benimsiyor. Üniversite çevrelerinde akademik kayırma, tasfiye, cezalandırma hâdiseleri daha çok bazı üniversite yönetimlerinin, “kraldan çok kralcılıkları”ndan ortaya çıktığı görüşü ağırlık kazanıyor. Ama YÖK, bu oyunlardan nereye kadar kendisini ayrı tutacak?