Ülkü Ocakları denilince...
Ülkü Ocakları Birliği Kurucu Genel Başkanı Dr. İbrahim Doğan’ın ölümüyle birlikte, tekrar Ülkü Ocakları hatıralarımız canlandı.
Kuruluş aşamasından günümüze gelen Alparslan Türkeş, Dündar Taşer’ın idealleri ile oluşan, Sadi Somuncuoğlu, İbrahim Doğan’ın kuruluşunu gerçekleştirdikleri “Ülkü Ocakları” kuruluş tarihinden bu yana Türk Milleti’nin idealleri için, milletine karşı sorumlulukları yerine getirme adına canlarıyla, hürriyetleriyle bedel ödemiş “bir insanlar, bir idealistler” topluluğudur.
Ülkü Ocakları kurulduğu günden (1968) bu yana, kendi yaşantıları ve iradeleriyle çok kararlı, cesur, temiz insanların buluşma adresi olmuştur.
Başta lideri Alparslan Türkeş olmak üzere, kuruluşunda yer alan bütün genel başkanlar birçok sebeple tutuklanmış ve yargılanmıştır.
Bağımsız Türk yurdunu tehlikede gördüğü zaman canından vazgeçebilecek kadar cesur, bir mazlumun ahını almamak için dikkatli ve vicdanlı, bir muhtacın hakkı için kendi haklarından geçebilecek kadar adil, hiçbir dünya malına tenezzül etmeyecek kadar asil bir kişiliğin, bir iradenin ismi olarak kuruldu ve bugüne kadar yaşatıldı: “Ülkü ocakları” 50 yıldır birçok sebeple yargılanıp mahkûm edilmek istenen ülkücüler, kendilerini ve ocaklarını temiz tutmayı başarmış her biri alperen, gazi dervişlerdir…
Bu ocakta (Piri Türkistan Hoca Ahmet Yesevi) pişen aş “Muhsin Yazıcıoğlu” gibi, Türk Milleti’ne ve Türk tarihine yaşadığımız çağda önemli bir rol model sunmuştur.
Birçokları siyasette, bürokraside, iş hayatında, akademik hayatta Türk Milleti’ne hizmet etmek için adanmış önemli şahsiyetlerdir.
Bir dönem sokaktan çektirilme gibi aşağılanmaya çalışılsa da (Ertuğrul Özkök iddia etmiş, MHP yöneticileri itiraz etmemiş idi!) hayatın her noktasında varlığını büyük bir iradeyle sürdürmeye başarmış temiz insanlar topluluğudur: “Ülkücüler”
Bir irade düşünün; kurucu lideri merhum Başbuğ Alparslan Türkeş dahil 50 yıldır saldırılara, ithamlara, iftiralara maruz kalsın ve bu sebeple mücadele eden, mensubiyet duyan her bir ferdi yıllarca yargılansın, vurulsun, asılsın… Ve bunun karşılığı Türk Milleti’nde suç odağı örgüt değil, vatanseverlik olarak kabul edilip tescillensin…
Düşmanlarının bile tescil ettiği vatanseverliği sorgulanan ve adeta bir suç örgütü gibi(!) kamuoyuna yansıyan Ülkü Ocakları, silkelenip mutlaka kendine gelmelidir.
Hiçbir kişisel maksat ve hiçbir kişisel çıkar ilişkisinin yerleşip hayat bulamayacağı Ülkü Ocakları, Türk Milleti’nin adalete olan inancını sarsacak, yok edecek bir güç odağı değildir ve asla olmamalıdır.
Ülkücülerin gücü; adaleti engelleyen değil, hukuka saygı duyan, inançları için hesap vermeden, bedel ödemeden korkmayan ruhun adıdır…
Bu idealler uğruna darağacında can veren dokuz arkadaşımız ve kutsal saydığımız vatan topraklarına emanet ettiğimiz binlerce şehit arkadaşımızın ağır sorumluğuyla davranmak zorundayız.
Bu sorumluluk sadece bir kurumsal kimliği değil, Türk Milleti’nin geleceğini de kapsayan bir çabanın, bir mücadelenin onurudur.
Bu mücadelenin öznesi olmuş kişiler ve kurumlar, serdengeçtiler ile birikmiş ve Türk Milleti tarafından tescillenip “bayraklaşmış” bir davayı onurlarıyla yaşatmalıdırlar.
Bu onurlu sevda için kişisel arzu ve isteklerden vazgeçmek olan dava adamlığı, hamasi nutuklarla milletin aklını çelmek değil; milletinin kalbine, gönlüne girmek olmalıdır…
Ülkü Ocakları bunun için kurulmuş, ülkücüler bu onur için yaşamış ve ölmüşlerdir.
Hayatını bir servete değil, yüce Türk Milleti’ne, Türk Devleti’ne adamış ülkücülere, kim layık değilse sahneden çekilmeli veya el çektirilmelidir.