‘Türk’ten kaçamazsınız!
Mustafa Kemal’le birlikte Türkler öne çıkarılmıştır. Önceden de Türkler öne çıkarılmış ve Allah’tan Türkler öne çıkarıldığı için, Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nda alınan Misâk-ı Millî kararı tam uygulanamazsa bile, hemen hemen Misâk-ı Millî sınırlarına ulaşılmıştır. Musul ve Kerkük, hâlâ Türkiye sınırları içinde değil... Tartışmalı Batum (Elviye-i Selâse’nin üçüncü ayağı) ve Nahcivan’ı şimdilik katmayalım.
Turgut Özal’ın, 1990’ların başında ilk Körfez Savaşı’nda “Irak’a girelim!” ısrarını tek destekleyen, Özal’a duyduğu kızgınlığa rağmen, Alparslan Türkeş olmuştur. Türkeş, vaziyeti tahlil ediyordu ve şartların olgunlaştığını düşünüyordu. Turgut Özal’a bizzat mektup yazmış ve “Girelim.” demiştir. Temsil ettiği Hareket’in şümûlü itibarıyla Türkeş’in desteği çok önemliydi.
Şu kesin: Musul ve Kerkük havalisi, şimdi çokluk kimde olursa olsun, Türk toprağıdır. Ezelde de Türk toprağı idi. Osmanlı dönemini geçin, Selçuklu dönemini incelerseniz, ne demek istediğimi anlarsınız.
Turgut Özal’ın, Misâk-ı Millî derdi olduğunu sanmıyorum. “Türk” derdi olmayanın, Misâk-ı Millî derdi olmaz! Onunki: “Orada petrol var ve oraya ABD girdi. Türkiye’nin de yanı başı. Eh, girelim bari.” mantığı. Türkeş ise tarihe atıfta bulunuyor.
Misâk-ı Millî, sanılır ki Ankara’da çizilmiştir. Yine Ankara’nın etkisiyle İstanbul’da çizildi ve Ankara’da uygulamaya geçildi. Zaten, o meclisi İstanbul’u işgal eden İtilâf güçleri basmışlar, tutabildikleri mebusları toplayıp Malta’ya sürmüşlerdir. Yakalayamadıklarının birçoğu ise Ankara geçmiştir.
Ankara, “Türk’üm.” diyenlerin Osmanlı döneminde hedeflediklerini hayata geçirmiştir; o kadar.
Millî tarih tezi de öyle... Türk’e tarih gerekti; romantik bir Türk tarihi ortaya atıldı. İçindeki gerçekleri yabana atmayım. Kimse kafasından tez uyduramaz. Yeni Türk tarihini “reklam arası” gören hükûmet eden partinin bir kadın milletvekili, TBMM’nin yüzkarasıdır, diyeceğim ama, onun selâm göndermek istediği bir yer var ki, “reklama” girmiştir. İşte o yeri, o zihniyeti sorgulamak gerekir. Yeni Türkiye’nin Osmanlı’nın enkazı arasından çıktığını idrâk edemeyen echel kadına yüklenmek pek bir şey ifade etmez.
Saray’ın kıyafet seremonisi dillerde. Saray’ın tören tercihi öyle deyip geçebiliriz.
Saray’ın bu seremonisini, “Türk”ten kaçılamayacağını göstermesi bakımından önemsiyorum.
Geçmişi zamana getirdiğinizde size çok tuhaf gelecektir. Gerçekten tuhaf da duruyor. Topkapı müzesini gezenler padişahların kıyafetini görmüşlerdir. Beştepe’de Saray’da oturan zatı o kıyafetle, saray merdivenlerinden inerken tasavvur edin -aslında seremoni öyle tamamlanır- gülmekten yıkılırsınız; ama gülmeyin... Şartlar farklı.
Madem “Türk tarihi” deniyor, seremoniye bu kadar önem veriliyor, törenin başlangıcı merdiven başının iki tarafına (Topuz kısmı oluyor ya oraya.) bütün Türk tarihi vetiresini sembolize etmek için birer “Bozkurt” başı konulmalıydı! Mustafa Kemal her vesileyle bunu yapmış.
Gerçi Nihal Atsız, “16 devlet telâkkisi bizim millî ülkümüze, büyüklük düşüncemize, süreklilik vetiremize aynı zamanda tarihî gerçeklere de şiddetle aykırı düşmektedir.” dese de, şu zamanda “Türk”ü duymaya o kadar çok ihtiyacımız var ki...