Türkiye devleti bakidir, şahıslar değil!
Yıl 1935, Cumhuriyet'in ilanının 12. yıl dönümü… Yapılacak kutlamalar için hazırlanacak dövizlere pek çok slogan önerilir ve tüm bu öneriler Atatürk'ün huzuruna sunulur. Ata, tek tek okumaya başlar:
"Atatürk bizim en büyüğümüzdür." Üstünü çizer.
"Atatürk bu milletin en yücesidir." Üstünü çizer.
"Türk Milleti asırlardır bağrından bir Mustafa Kemal çıkardı." Üstünü çizer.
Ata, okuduğu sloganların hiçbirini beğenmeyerek, önerilenlerin hepsinin üzerini çizer.
Onların yerine ise, kendini en iyi ifade eden şu cümleyi yazar:
"Atatürk, bizden biridir!"
***
Atatürk'ün şahsını değil, benimsetmek istediği manevi değerleri öne çıkarmaya çalışan karakterini, en iyi anlatan hikayelerden biridir bu anı.
Bir de şu meşhur sözü vardır tabii: "Benim naçiz vücudum, bir gün elbet toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti, ilelebet payidar kalacaktır."
Nitekim de öyle olmuştur. Türkiye, bir devlet olarak dün olduğu gibi, bugün ve gelecekte de varlığını pek tabi koruyacaktır.
Peki, ben buradan nereye geleceğim?
Çoğunuz biliyorsunuzdur ki, geçtiğimiz hafta Londra'da NATO İttifakı'nın kuruluşunun 70'inci yılı nedeniyle İngiltere, Almanya, Fransa ve Türkiye'nin katılımıyla, bir zirve gerçekleşti. Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, katıldığı bir programda söz konusu görüşmeden bahsederken "Türkiye" demek yerine ilginç bir tercihte bulundu ve "İngiltere, Almanya, Fransa ve şahsım, dörtlü zirve yaptık" dedi.
Öncelikle şunu belirteyim, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bu cümledeki amacı şüphesiz ki Türkiye'yi temsilen orada bulunduğunu belirtmekti. Bunu daha açıkça belirtmek yerine ağzından bu tarz bir cümlenin çıkmasının pek tabii psikolojide pek çok sebebi mevcuttur ancak biz işin psikolojik kısmını bir kenara bırakarak, bu "ben merkezciliğin" mevcut sistemle ve ülkedeki genel siyasi havayla ilişkisine değinelim bugün.
Aslında Cumhurbaşkanı, ilke defa bu minvalde bir cümle kurmadı. Daha öncede sık sık ülke kaderiyle partisinin kaderini bir gördüğü konuşmaları mevcuttu.
Mesela AKP'nin il danışma meclisi toplantısında da "Ülkemize yönelen saldırıların hedefinde ilk önce AK Parti yer almıştır. Esasen Türkiye ile AK Parti'nin kaderi adeta bütünleşmiştir. Türkiye'yi seven bizi seviyor, Türkiye'ye kızan bize kızıyor, Türkiye'den nefret eden bizden de nefret ediyor. Milletimize de bu gerçeği gördüğü için her mücadelemizde hamdolsun yanımızda yer alıyor." dedi.
Bunlar sosyolojik ve en önemlisi de demokratik açıdan oldukça sorunlu ifadelerdir. Zira demokratik bir devlette, iktidar partisini herkesin sevmesi ve desteklemesi gibi bir zorunluluk yoktur. Zaten demokrasi de bu zorunluluğun bulunmamasından ve tercih hakkının bulunmasından kaynaklanır. Bu açıdan muhalefetin varlığı demokrasi için olmazsa olmaz bir gerekliliktir.
Dış ilişkiler ise, iktidarın belirlediği dış politikalara göre şekillenir. Dışarıda dostunuzun olmaması, dış politikalarınızın yanlış olduğunu gösterir, birilerinin sizin partinizden nefret ettiğini değil.
Uluslararası ilişkilerde de ulus içinde de şu kesindir ki, ilişkilerdeki yakınlıklar da siyasetteki partiler de geçicidir.
Bugün 2017 Anayasa değişikliğinden sonra, tek bir kişinin olağanüstü yetkilerle donatılması, yasalardaki veya uygulamalardaki birtakım sıkıntılar, bu ülkenin demokrasisine gölge düşürse de bu gölge de geçicidir.
Unutmayın! Dünün lider partilerinin pek çoğu bugün siyasi hayatta mevcut bile değil.
Oysa Türkiye Devleti baki.
Dolayısıyla, Türkiye'nin kaderine hiçbir parti ya da kişi ortak olamaz. Bizim Atamıza sözümüz var: Kişiler, makamlar, partiler geçer ama… "Türkiye Cumhuriyeti payidar kalır".