Türkçemiz dilimiz Ne olacak hâlimiz

Türk dilini bozdular. Uydurma dil kapısı açıldı, isteyen girdi. Zamanında çok yazdık.

Kim istemez dilimizin ifade gücünün artmasını, ilimde, edebiyatta dünya dilleri arasına girmesini...

Ne kurtarırsak kâr noktasındayız.

Söyleyen oldu mu bilmiyorum ama dilimizi bozan koyu Osmanlı Türkçesi kullananlardır. Arapça ve Farsça kelime ve terkipler arasından cımbızla Türkçe kelimeler, Türkçe ekler çekip çıkarıyoruz. Münşîlerin, vak'anüvislerin dilini hiç anlayamazsınız. Şimdi tarikatçılara dua edeceğim! Benden beklemezdiniz değil mi? Eskiler başka...

Tarikat büyükleri ve velîlerin hayatları etrafında teşekkül eden "menâkıbnâme" veya "velâyetnâme", çoklukla halka velîleri ve şeyhleri tanıtmak, onlarla ilgili rivayetleri nakletmek maksadıyla yazılmıştır. Onun için halkın anlayacağı bir üslûp kullanılmıştır.

Meselâ; Akşemseddin ve Aziz Mahmud Hudaî'nin tarikat âdabını öğreten kitapları sadedir.

Koyu Osmanlıcılar, "Türkçüler"i ister istemez aşırı noktaya ittiler. Sonunda, halkı düşünenler bir yol aradılar. Öyle bir yola girdiler ki, kimi orta yolu kabul etti, kimi en uca savruldu; mademki siz Arapçayı, Farsçayı dilimize boca edip bir "havas" dili çıkardınız, biz de sizin karşınıza Türkçe ek ve köklerden türeteceğimiz bir yığın kelime çıkartacağız, dediler.

Osmanlı'nın son zamanlarında ayırım fazlaydı.

Pek bilinmez... Biz ara ara yazıyoruz. Zannederler ki, Cumhuriyet kuruldu, dille oynandı. Yok böyle bir şey! Her seferinde hatırlatırım. M. Kemal ve arkadaşlarının inkılâplarını daha önce padişahlar bir bir hayata geçirmeye başlamışlardı. Batı'ya en açık olanlar padişahlardır; kayıtsız şartsız açıklar üstelik. Kimilerinin "halife" deyince içleri titriyor. Titremesin! "Halifelik" kullanılmaya müsait bir sıfat. Ziya Gökalp kaldırılmadan hemen öncesinde halifeliği savunmuştu, desem şaşırırsınız. Araştırmalarımda şunu gördüm ki, Gökalp öncelikle bir "İslâmcı". Yakında göz önüne sereceğim. (Gökalp'in dil anlayışına ayrıca geleceğim.)

Cumhuriyet döneminde, M. Kemal Atatürk, bir ara "saf" Türkçeyi denedi ama çabuk döndü. Kimileri dönemedi, dönmek istemedi. Öyle bir hız yaptılar ki, kimse onlara yetişemedi. (Türkiye Yazarlar Vakfı Başkanı D. Mehmet Doğan "Bir Lügat Bulamadım"da anlatır.)

Masa başında, yeni bir dil inşası! Aynen öyle oldu. Maksat tarihten koparmaktı.

Türkçüler sadeleşmeyi başlattılar ama, iş başka mecraya kayınca ilk onlar karşı çıktılar.

Daha önce "arı Türkçe"yi savunan en "Türkçü" Nihal Atsız dilin bozulmasına, kısarlaştırılmasına, güdükleştirilmesine şiddetle karşı çıkmıştır. Şu sözler onun:

"Büyük devlet olmanın şartlarından biri de, zengin ve kudretli bir dile sahip olmaktır. Millî ihmaller dolayısıyla gelişmemiş olan kökü kuv­vetli dilimizi, büyük bir bilim ve sanat dili haline getirmek ihmal olunamıyacak bir davamızdır. Ne melezleştirilmiş eski dil, ne de öztürkçe denilen uydurma dil, büyük bilim ve edebiyat dili olamaz. Terimleri Türk köklerinden üretme, konuşma dilinde Türkçeyi veya Türkçeleşmişi seçme esa­sında olan bir 'Arınmış Türkçe'ye taraftarız." (Millî Yol 6, 2 Mart 1962:14'ten nakleden A. Bican Ercilasun, Atsız, Panama Yayıncılık, s. 622 ). (Devam edeceğiz.)

Yazarın Diğer Yazıları