Tanpınar'ın 'aydın' tenkidi

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın anıldığından bahsetmiştim. Bu hafta Tanpınar merkezli toplantılar yapıldı, yapılıyor.
Yazar zaaflarıyla mı, eserleriyle mi anılmalı? Günlüklerini okuduğunuz zaman ikrah getireceğiniz yerler görürsünüz ama öyle analizleri var ki, hem fikriniz açılıyor, hem bilgileniyorsunuz. Aklıma takılan, aşırı derecede Fransızca kelimelere yer vermesi, bir de klasik Batı müziğine meftuniyeti... Türkçede karşılığını bulamadığı için mi, yoksa, “usta” kabul ettiği yazarların eserlerinde de aynı tekniği gördüğü için mi Fransızca kelimeler serpiştiriyor? Klasik Batı müziğinin ruhunu okşadığından şüpheliyim; o ki, yabancı okullarda yetişenlerin “yabancılığını” da yadırgamıştır.
Tanpınar bir kadı’nın oğludur. Kendisi “din” dışı değil ama “din”deki “rükn” eksikliğini bizzat söyler: “Kurban” kesilmesi onu şaşırtır, diyeyim ve daha ilerisini söylemeyeyim. Anne-babasının diniyle defnedilmesini de söylemeden edemez.
Tanpınar, asıl edebî neşvesini ve millî hissini Yahya Kemal’den almıştır. Yahya Kemal’in “millî his”te bile asıl kaynağı Fransızlardır; hatıralarını okuduğunuzda, “nihilist” diyebileceğimiz bir vurdumduymazlık içindedir; o sıra, mecrasını bulmak için işaret bekleyen çok genç bir insan olduğunu da aklımızda tutmalıyız. Paris yıllarının onu kendisine döndürdüğünü açık açık yazmıştır. Tanpınar, demişti sanırım, “eve dönen adam” diye... Tanpınar olarak fakülte arkadaşlarıyla birlikte Yahya Kemal’in etrafında Dergâh’talar... Dergi hakikaten onların “dergâh”ı ve üstelik, bütün sansür ve tehdide rağmen Millî Mücadele’yi destekliyorlar ve “millî edebiyat”ı örüyorlar.

***

Çevresindeki “yabancılaşma”, Tanpınar’ı üzmektedir. Aydınları ağır tenkit etmiştir:
“...millet diye bir camia ve onun mazisi de var. Ve bizde bu camia tarihiyle ayrı bir medeniyetten geliyor. Bu ayrılık bizatihi bir realite olduğuna göre bende ona cevap veren bir hissî taraf bulunması lâzım. Tesadüfen Dede’yi tanımışım. İnsanlığın ayrı bir yüzünü öğrenmişim. Yunus diye bir şairim, Nâbî diye acayip bir şairim var, o hâlde niçin bilmeyeyim!.. Bilmesem rahat edebilir miyim? Ve meselâ kendi kendime ‘Oh bugün şu Dede Efendi’yi de unuttum, yarın da Itrî’den kurtulursam...’ diyebilir miyiz! Dememiz doğru mu?
Nihayet bütün bu unuttuğumuz, unutacağımız şeylerin yerine ne koyacağız? Haydi bizler koyduk, büyük kitle... yeni yetişenler? Beş on kolej ve Fransız mektebi mezunu mu bu cemiyette münevver olacak? Uzun zaman Galatasaray’ı müdafaa ettim. Fakat sonunda Bedri’den [Bedreddin Tuncel. A.T.] başlayarak Necdet Sedet’e kadar hemen hepsinde aynı boşa dönen inkârı gördüm. Bedri ile benim garp karşısındaki vaziyetimiz, mutlak hamakati bir tarafa, esaretle hür insan sevgisi arasındaki farktır...” (Günlüklerin Işığında Tanpınar’la Başbaşa, s. 264)
Tanpınar, “Bir gün elbette bana döneceklerdir. Fakat ne zaman?” (s. 260) diye sormuştur. Şaşırtıcı, değil mi?

Yazarın Diğer Yazıları