Sorunlu siyaset

Demokrasiyi özünde özümsememiş bir toplum ve siyaset var karşımızda. Toplum, tarihsel süreç içinde kendi ortak paydasını oluşturan milli kültürünün "toplulukçu-dayanışmacı" olması hasebiyle lider merkezli hareket ediyor. Siyaset; özellikle de dini referansları kullanarak yol almaya çalışan İslamcı-dinci siyaset ise, demokrasiyi, hayalindeki yönetim sistemi için hem bir basamak ve hem de bir geçiş süreci olarak görüyor.

Kısaca Türkiye, toplumsal ve siyasi kabilecilik ile dini siyasallaştırmacılık arasında kendine yol arıyor. Türkiye''deki merkez siyasal alan bu damarlardan besleniyor. Siyasetin en temel belirleyicileri de gene bu damarlar oluyor. Şüphesiz mevcut tabloda eksik olan bir aktör daha var. Geleneksel olanın her ikisine de karşı çıkan sosyalist kadrolar. Onları da bu düzene ilave etmemiz gerekiyor.

İçinde bulunduğumuz süreçte, düzen kurucu AKP idi ve kendine has bir otoriter Partili Cumhurbaşkanlığı sistemi kurdu. Sistemi kuranların en temel özelliği kendilerinin dışında herkesi hain olarak görmeleri ve göstermeleridir. Öyle ki, 20 yıllık iktidarları boyunca, hukukun üstünlüğünü, anayasal düzeni, alaşağı ederek, devleti devlet yapan, yasama, yürütme ve yargıyı partileştirerek kendilerine bağlamak oldu.

Şimdi bunun sonuçlarını görüyoruz.

Kimi ekonomi uzmanı ve hocalar ekonomiyle ilgili yorumu yapıyor, mesela "dolar almanın tam zamanı" diyor, iktidar kuvvetleri soruşturma açıyor.

Gerekçe olarak kendilerine deniliyor ki: "Siz insanları yönlendirdiniz" diyor. Haliyle akıl sahipleri de "Siz de yönlenmeseydiniz. Aklınız yok mu" diye soruyor.

Tıpkı bunun gibi.

Normal bir hukuk devleti olsaydık Sedat Peker''in, hatta bizzat İçişleri bakanının "10 bin dolar alan siyasiler var" lafı üzerine savcılar harekete geçerdi.

Ama geçmedi.

Peki devlet neden reflekslerini yitirdi?

Çünkü siyasal iktidar kendine bağlayarak onu partileştirdi. Hâlbuki AKP siyasal iktidarı, anayasaya göre sadece devletin yürütmesi (yönetimi) ile görevliydi. Lakin onlar ne yaptı? İktidarları boyunca devletin kendisini yürüttüler ve neredeyse yutmak üzereler.

Daha dün gündemde olan ve iktidarın özellikle sessiz kaldığı yolsuzluklarla ilgili haberler unutuldu. Gündeme İstanbul belediyesi damgasını vurdu.

Normal bir hukuk düzeninin yetkin olduğu bir devlet düzeninde işler böyle yürümez. Eğer İstanbul belediyesine 557''den fazla terörist veya bağlantılı kimse alınmışsa, anında valilik "Gizli" ibareli bir yazıyla durumu ilgili kurumun tepe yönetimine bildirir. Hatta gerekirse üst düzey bir güvenlik amiri görevlendirilerek anında kurum uyarılır. Ola ki, adli sicil kaydı temiz olsa bile. Buna rağmen kurum yönetimi benzer iş alımlarına devam ediyorsa, bu sefer, Valilik durumu adliyeye ve İçişlerine bildirir. Cumhuriyet savcılığı olaya el koyar. Eğer İBB Başkanı uyarılmasına rağmen aksini yapmışsa kendisinden hesap sorulur.

Mevcut duruma baktığımızda süreç usule uygun işlemiyor. Önce günlerce gazetelerde, basın açıklamalarında açıklamalar yapılıyor, sonra, tartışma yaratılıyor, epey sonra da bakanlık "müfettiş gönderip inceleyeceğim" diyor. Bunun adına apaçık olayı sulandırma ve siyasallaştırma denir.

Kaldı ki müfettiş neyi inceleyecek? Ne sonuç bulacak?

Getirin evrakları diyecek.

Buyurun getirdik.

Hepsinin savcılıktan temiz kâğıdı var. İş başvuruları tamam. Sınav kağıtlarında da sorun yok.

Ne olacak şimdi?

Ne diyecek müfettiş?

Hiçbir şey..

Eğer iddialar doğruysa, mesele güvenlik sorunu ve savcılığın işidir. Tabi önceden İBB''nin uyarılmış olması, alımlardaki sorunlara dikkat çekilmiş olması koşuluyla. Dolayısı ile konu müfettişi aşar.

Polis-bekçi alımlarında böyle mi yapılıyor? Her bir başvurunun GBT''sine bakılıyor.

Devlete memur alırken de böyle yapsaydınız.

Yapmıyorsunuz.

Niye?

Ne dedik, siyaset ve toplum demokrasiyi yeterince içselleştiremedi. Türkiye''de hiçbir şey yerli yerinde ve dosdoğru çalıştırılmıyor.

İşte bütün mesele bu.

Yazarın Diğer Yazıları